SADECE HIRSIZ DEĞİL, HEPİMİZ SUÇLUYUZ

Recep Kavuş

3 yıl önce

Çevre Mühendisi genç bir kadın, hırsızla göz göze geldiği anı anlatıyor, onunla birlikte ben de ürperiyorum.

Gözleri dolmuş, dokunsan ağlayacak vaziyette anlatıyor;

 “Annemle birlikte 19 Mayıs Mahallesi 906 sokakta ikamet ediyorduk. Annem o gece dayımlara gitmişti. Evde yalnız kalıyordum. Kapı pencereyi sıkı sıkıya kapattım. Sonra uyudum. Sabaha doğru saat 4’te uyandığımda evin içini kolaçan eden birini gördüm. Çığlık atmamla hırsız korkuluğunu kanadını kırdığı pencereden kaçtı. Başucumdaki cep telefonum ve çantamı çalmıştı. O an hayatımın en korkulu anlarını yaşadım. Yakınlarımı, komşumu, Polisi arayacağım telefonum yok çaresiz bir şekilde sabaha kadar evin içerisinde korku içinde bekledim. Sabah olunca komşunun telefonu ile polisi aradık. Polis geldi, parmak izi, eşkâl ve sonra karakolda ifade verdim. Telefona çantaya üzülmedim telefondaki tüm bilgi, numara ve fotoğraflarım gitti en çok ona birde mahremimize girilmesine en çok üzülüyorum. Annem akrabalarım geldilerse de Korkudan o eve giremedim bir daha. Giremezdim de o eve bir daha güvenli bir semte taşındık kiramızda iki katına çıktı. Asgari ücretle çalışıyorum zar zor kira ve masraflarımızı karşılıyorduk, bundan sonra ne yapacağımızı bilemiyorum” diyor.

Anlayacağınız hırsız sadece mala zarar vermiyor, insanların maneviyatına ve psikolojisine de zarar veriyor.

Tahribat, görünenden daha çok.

O eve giren hırsız, gerektiğinde öldürmeyi de ölmeyi de göze almıştır.

O yüzden her hırsızlık, çok tehlikelidir.

Bunların bir çok örneği ile şehrimizde karşılaştık.  

Son günlerde hırsızlık olaylarında ciddi artış gözleniyor.

Hırsızlar mekan, kural dinlemiyorlar.

Kutsal mekanlar camilere kadar dayandılar.

İnsanların mahremine hakkına hukukuna hırsızlık yolu ile girenler

Ne edep ve adap ne helal ve haram ne de günah ve sevap bilirler.

Bunlar vicdansızdır.

Gurusuz ve ar damarı çatlamış insanlardır.

Ancak mobese kameralara ve gece bekçilerine rağmen halen bu kadar hırsızlık olayı yaşanıyorsa demek ki sistemde ciddi bir sorun var.

Buraya kadar tamam.

Ancak bir de madalyonun diğer bir yüzü var.

Hırsızlığın bir de sosyo-kültürel ve ekonomik yönü var.

Manevi ve toplumsal değerler boyutu var.

Uyuşturucu bağımlılığının ve işsizliğin artması ile ilgili yönü var.

Meseleye sadece adli bir vaka olarak bakılamaması gerekir yani.

Hırsızlık olayı bir saplantı hastalığı, gelir sağlayıcı bir meslek veya çaresizlikten mi kaynaklıdır?

Önce enine boyuna iyi bir analiz etmek gerekir.

Şehrimizde yaşanan hırsızlık olaylarının bir kısmı areççi ve mırtıp olarak telaffuz edilen  Romanlara mal ediliyor.

Başka suçlar da bunlara yükleniyor.

Çoğunun bu konuda sabıkası da var.

Ama bir gerçek de var, kimse onlara iş de vermiyor.

Neredeyse kamu dairesinde çalışan hiçbir bireyleri yok.

Evleri ve doğru dürüst yiyecekleri yok.

Kareççi ve mırtıp diye ötekileştirilip ayırımcılığa uğruyorlar.

Neredeyse kimse onlara zekat ve sadakasını bile vermiyor.

İş yok, sadaka yok, yardım yok.

Bu insanlara tek bir yol bırakılıyor, illegal yoldan gelir elde etmek.

Bunlar gibi nice dışlanan ve ötekileştirilen aileler var.

Elbette hiçbir şartta ve koşulda insanların hırsızlık yapmalarını onaylamıyor ve doğru bulmuyorum.

Ancak bu şehirde şayet bir kişi sadece evine ekmek getirebilmek için hırsızlık yapıyorsa, hepimiz bundan mesul ve sorumluyuz.

Kısacası demem o ki, hırsızlık vakaları sadece polisiye tedbir ve yöntemlerle çözülemez.

Meseleye biraz da sosyolojik açıdan yaklaşıp çözümler bulmak gerekir.  

Bu yüzden kişiyi hırsızlığa meyil eden şart ve koşulların ortadan kaldırılması gereklidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI