AĞRI’LI YILLAR (2)

23-01-2015

Ağrı Dağı gibi heybetli babam İstanbul’da çalıştığı inşaat şantiyesinde kaza sonucu göçük altında kalmıştı. Bunu öğrenen gariban anam kolu kanadı kırılmışa dönmüştü.

Kanı çekilmişti sanki bedeninden buz kesmişti. Sadece iki kelime çıkıvermişti ağzından “ocağım yıkıldı”. Bir evi ev yapan evin direği babadır. O gün babam devrilmiş koca bir çınar gibiydi. Belindeki kemiklerin bir kısmı kırılmış birçok ameliyat geçirmiş; ayağından, çenesinden, yüzünden ve de belinden.

Babam bir daha kalkamaz diye doktorlar sakat raporunu çıkarmışlardı peşin peşin. Ama ne oldu biliyor musunuz? Tıpın bittiği yerde dualar babamı ayağa kaldırmaya yetmişti.

En içten dualar edilmişti ve üç ay sonra taburcu olmuştu babam. O günden sonra içimi hep dönüşü olmayan bir gidişin hüznü kapladı. İşte bu yüzden kırmamaya ve üzmemeye karar verdim baba ve annemi. Hayat hep istediğimiz gibi gitmeyebilir. Babam bazen yaptığımız hataları görüp rüzgar olup esince biz kardeşler hep eğildik rüzgarına.

Sonra zaten yufka yürekli babam gönlümüzü alırdı. Çoğu zaman da annem siper olurdu ‘”bana kız çocuklara kızma” derdi latife yaparak.

Ayağının altına ömrümü seve seve serdiğim, kurban olduğum anam.

Hiç unutmam henüz yeni taşınmıştık Ağrı/ Eleşkirt’in Mollasüleyman Köyü’ne.

Var olan hayvanlarımızı, babam satmıştı ve bize bir oda ve bir salonlu ev alabilmişti ancak. Maddi durumumuz yok denecek kadar azdı. Annem yemek pişirirdi biz sofraya otururduk dokuz kardeş ve babam ile birlikte. Annem bizimle hiç yemek yemezdi. Çünkü o hep toktu ve her zaman bizden önce yemek yermiş, öyle derdi. Ama sonradan fark ettim ki biz sofraya oturmadan hiç bir şey yemez ve biz sofradan kalkınca arta kalan yemeği yerdi.

Ha eğer kalmazsa da biz doyduğumuz için O, sevinç ve mutluluk ile o gün aç aç yatardı.  Şimdi söyler misiniz bana böyle bir annenin ayaklarına kurban olunmaz da ne olunur? 

Henüz yeni taşınmıştık ve hiçbir şeyimiz yoktu ama her şeyimiz vardı annem ve babam. Köylülerden iyi niyetli bir hacı amca babama “Bak Aziz sen daha yeni taşındın ve bir şeyin yok. Senin için köyden imkânı olan ailelerden birer koyun isteyelim geçimini sağla” demişti. Babam, iyi niyetinden dolayı bu amcaya teşekkür edip “Boğazı veren Rabbim, ben çalıştığım sürece aç açıkta bırakmaz beni ve ailemi” deyip reddetmişti bu teklifi.

Minnet altında yaşamak en kötü şeylerden biridir babam için.

Nitekim babam çalıştı ve durumumuz çok şükür iyiye gidiyordu. Bizde artık büyümüştük. Ben ve iki ağabeyim Eleşkirt Yibo’da okuduk. Ben bu zorlukları görüp okumaya verdim kendimi. İlkokul dördüncü sınıftan sekizinci sınıfı bitirene kadar hep takdir belgesi alırdım. Karne sonrası bu başarımı taçlandıracak kadar zengin değildik.

Karneden sonraki diğer gün mahalle sakinlerinin danalarını otlatırdım her yaz ve her takdir belgesinden sonra. Tabi asla gocunmadım ve yazarken de gocunmuyorum.

Çünkü bu yaşadıklarımızı kâğıda döktüm zaman sen okuyacaksın evet sen. Vaktini ayırıp yazımı sonuna kadar okuyorsan bundan da ders çıkarırsın ve geleceğine yön verirsin.

Yoksulum, imkânım yok, yapamam” deme.

Unutma sen gayret edersin, adımını isteyerek atarsın ve Rabim de yürü ya kulum der. Aksine ümitsizliğe düşersen dünya malı senin olsa herkesten çok sen yoksunsundur.

Esen kalın….

http://www.facebook.com/koseyazariismaildogan

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?