AĞRI’LI YILLAR

16-01-2015

Yıkılan bir bir şeyleri yeniden inşa etmek bir hayli zordur. Hele de yıkılan umutlarımızsa, yaşama tutunma bağlarımızsa ya da bizi biz yapan nedenlerimiz ise yeniden şaha kalkmak uzun zaman alır. Çünkü önce kanayan yaranın kanamasını durdurmaya çalışırız.

Hadi bunu başardık bu defa da yaraların kabuk bağlamasını sabırla bekleyeceğiz.

Her acı elbet bir gün diner lakin ya yara çok derinlerde bir yerlerde ise!…

Geçmiş anılarımla yüzleşirken babamla fotoğraflaşan pek hatıram olmadığının farkına varıyorum. Çünkü daha yeni kanaması durdurulan bir yaraya sahiptik.

Kabuk bağlamaya yüz tutmuşken mazimizdeki acılar, o koca adam gurbet gurbet diye diye saçının her teline işliyordu anbean. Varlığında yokluğuna küçük bedenimle göğüs gerdiğim adam gibi adam…

Bizlere her şeyin daha güzelini sunmak adına yamalı bavulunu eline almış ve Allah’a ısmarladık diyordu, ardına nemli gözlerle bakıp giderken.

Sıla hasreti genç yaşında omzuna yük olmuştu İstanbul’un bir şantiyesinde. Yüzüne bakıldığında merhamet sunan bakışlara sahip bu adamın suçu neydi ki kendini bilmezlerin, cehli mürekkeplerin nefretinin cezasını çekiyordu.

Kimsenin tavuğuna “kış” demeyen bu garibanın garazı kime oldu ki yurdundan çıkarılıp yurtsuz edildi.

Mahkeme kapısını bilmesin, hakkını aramasın diye okulsuz bırakılan şu saçlarına aklar düşen ihtiyarın suçu neydi. Suçsuz bir cezaya amenna deyip gidivermişti işte.

Fidan filizlenme çağında güneş sıcaklığını ve ışığını almazsa solar, kururmuş.

Ehli vicdan biri çıkıp söylesin çocukluğumuzu babamızdan uzak geçirmeye müstahak olacak ne suç işledik ufacık yaşımızla, körpe bedenimizle.

İsmi geçince gözlerimin ayarını bozan kadın, ANAM. 

Garibim babamın yokluğunu belli etmemek için saçını süpürge ederdi bizlere.

Ek gelir için patik, lif, koyunyününden çorap yapıp satardı. Hiç unutmam koyunyününü yıkayıp kuruladıktan sonra parçalara ayırıp ardından yün tarağından geçirir ki başı yuvarlak tahta çubuklu “teşi” dediğimiz tahta ile iplik haline getirirdi. Hele kışları yok mu?

Sobayı yakar, çayı demler çayı yanına alıp yünü eline sarar, başlardı eskileri anlatmaya.

Anı dediklerimiz hep mutlu olacak diye bir şey yok ki.

Biraz zaman geçip gözlerini duvara çevirip “lori lori” deyip gözlerinden süzülen yaşların ıslaklığını hissetmeden anlatırdı işte ciğerini yakan her bir şeyi.

Saçları beyaz olmaya yüz tutarken her teli bir acısını temsil ediyordu sanki.

Merhamet abidesi, yoluna canımı feda edeceğim kadın, ANAM.

Yüzünden bırakın gülüşleri, tebessümleri bile çalınan melek.

Sanki başına geleceklerini sezmişti canı sıkkındı. Ardından komşumuzun evinden telefona çağrılma sebebini duyana kadar.

Devamı gelecek… http://www.facebook.com/koseyazariismaildogan

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?