ANNEM, AH'LAR AĞACI'M/DİDEM UNUT-MAD-IM-AK....

11-10-2019

"Kelimelerin tadına bakıyorum
Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla
Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtınada ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi..
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım."
" Kalbim!
Şiirimin Hacer'ül esved taşı."
                         
 Misssss gibi çörek otu, hanımeli  kokan, kadın açan, annelerin açtığı her  isyana  bayrak olan, bir babayı bütün bütün  fotoğraflardan kesip atan  ve mutfak dizelerinin şiirçesiydi Didem Madak. Hiç bir zaman kitabi şiirler yazmadı yazamadı mutsuzlukların kadınsı  şairi oldu hep, buruşuk ve ütüsüz ruhu gibi... 
 “Hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.”

İzmir’de 8 Nisan 1970'de  açan küçük bir şiir  bebek Didem Madak.  Doğduğu gün babasının öldüğü yaştaydı, öldüğü günse annesinin doğduğu yasta ve hastalıktaydı. 
Önce kulağına ezanı okudular sonra da IŞIL ışıl KÜÇÜK İSKENDERiye fenerlerinin  ışıkların altında seslendiler göklerden ve yerin altından şiirin sahipleri o doğduğu gün.Ey Didem, seni de KÜÇÜK İSLENDER feneri ışıklarını da unut-MAD-ım-AK, unutmayacağız diye binlerce tef eşliğinde milyonlar şiire durmuştu.
"Ne bileyim Füsun.
Şimdi aramıza duvar örsen,
Yine kalkıp senin sevdiğin renge boyarım.." 

Annesi Füsun'du doğumunda yanında olan ve ölümünde yanında olan yine Füsün'du,kızı Füsun.Çünkü o dünyayı Füsun rengi gecelere ve Füsunsu gündüzlere boyamıştı.. Bir de IŞIL'ı vardı,kardeşi. 
" Dünyaya bir kadının eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa
Tozlar havalansa..."

Hayatı üç şiir kitabına (Grapon Kâğıtları (2000), Ah’lar Ağacı(2002) ve Pulbiber Mahallesi (2007) ve 
üç kocaman yürekli kadına sığdıracak şekilde  yaşadı..Bir de müjdesi vardı hep hayata dair, kalbinin Hacerül Esvedinde umutça atan. 
“Şiirlerin içinden çıkıp gelen kadınlar vardır.
Öpse şiir, saçını dağıtsa mısra, gülse kıta olur.”

O yüzdendir ki her şeyi bu kadınlardı ve henüz on üç  yaşında annesi Füsun'u kaybettiğinde şöyle diyecekti.
“Ölen her kadın için şiir yazdım.
Onları Muc’a evin karşılığında verdim,
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne!”

"Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.

" Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım..."

Bir ara tasavvufa yönelir ve kapanır hem başına hem yüreğine hem de bir kaç metrelik bodrumuna.Üç yıllık kapanmasını da  açılmasını  da her şey gibi annesinin gidişine bağlar.
" Sevgili Anneciğim,
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi..." 
          Çocukluk yıllar zor ve çetin geçti onun için, belki de hiç bahar yaşamadı. 
"Taş olsa dayanmazdı denir bazı acılara..
Kaç zamandır şarapnel demek isterim.''

Belkide bu yüzdendir şiirlerindeki sertlik veya hafif Müslüm Babalık.Çocukluk yılları arasında kalbi bir Hacerül Esved taşı gibi duruyordu hep  ve şöyle diyordu:
"Hep mutsuzluk inşa ediyordu hayat
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya..." 

Tam bahara yakalanacakken, her seferinde yeni bir 12 EYLÜL fırtınasına tutuluyordu.Çocuk yaştakiler büyütülüp idama çiçek açıyordu yıldızların sensi gülümsemelerinde, bir yavşaksa  yalakalığa duruyordu  çakalların  sinsi gülümsemsemelerinde. Didemin bir yanı çocuk gibi şen  bir güldü hep; lakin sol yanı hep 12 EYLÜL'dü. 
"Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burda
Ve çok ağır ilerliyor.
Yüzümdeki çillerden başka
İsyan eden biri yok hayatımda."

Şiir şiirsizliğin kalp yetmezliğini yaşıyordu.Şair buysa şiiirin kralı da şiirçesi de Didem  şöyle diyordu:

'Ne diyecektin, ne söyleyecektin.
Şairlerin şahı olsan,
Bir ah’dan başka' 

Füsun Hanım'ın ölümünden kısa bir süre sonra babası ikinci evliliğini yapar. Bu evlilik  babasıyla arasına bir duvar örmüş ve bütün coğrafyası artık babasızlığa kesiyordu tüm acı izdüşümlerini.Kemiklere, kelimelere bekçilik yapıyordu mezarlıklarda yeni kelimeler doğsun diye.İmgeler bırakmak için kadere suya.
“Babam…
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan.
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş Turuncu kulaklı bir makastan başka…”

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar. Üvey anne ve babasıyla yaşadığı evden ayrılmak istediği için  birinci sınıfta tanıştığı biriyle gizlice evlenir, evden ayrılır ve okulu bırakır.
“Ardımda kırık bir ayna Üvey anneleri hayatımın. Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu… Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı. Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinası annemden kalma.”

Evden kaçışı  sonrasında çok zor dönemler geçirir, birçok farklı işte çalışır geçimini sağlamak için.Evliliği pişmanlıkla sonuçlanır ve boşanır. Boşandıktan sonra maddi sorunlarla boğuşur ve bir bodrum katında yaşamaya başlar.
"Hep bir mucizenin alt katında yaşıyorsun." 

Bodrum katında yaşadığı tüm zorlukları anlatır şiirlerinde. Bir söyleşide:
"Rutubete dayanıldığı sürece şiir yazmak için çok iyi yerler.” diye bahseder bodrum katından.

Yalnızdır ve sadece Allah'a sığınır ve Allah'a anlatır kederini, şiir kırıklıklarını.. 
“Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimsem kalmadığı için konuştuğumdu.”
 
Çok mutsuzdur mutsuzluğun zirvelerinde bir bodrum katı inşaatı etmiştir. Bu mutsuzluğunu sevgili arkadaşı Müjde Bilir için yazdığı bir şiirde yediği acı kelimelerle ifade eder. 
"İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
Ben ölürsem mutsuza iyi bak! "

Sonraki üç yıl boyunca Madak’ın sessizlik mezarından  ses çıkmaz ve  Örtünmüş olarak çıkar karşımıza. 
"Örtündüm ben. Her şeye karşı. Kadın kimliğimden de sıyrıldım. Bu beni rahatlattı.” der.Madak, bu dönemde tasavvufla ilgilenir. Kardeşi Işıl Madak’ın bu dönemiyle ilgili “Çok umutsuzdu. Ablam o dönemden inanarak kurtuldu. Yoksa kayıp gidecekti. Hukuk Fakültesi’ni de bu dönemde bitirebildi.” der.Bu durumu da Ah'lar ağacı şiirinde şöyle anlatıyor şair:
"Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah...dedim sonra, 
Ah... "

Kardeşi Işıl  bütün şiirlerini toplayarak İnkılap kitap evi 2000 şiir yarışmasına gönderir. Üstünden bir süre geçtikten sonra “Grapon Kağıtları” dosyasının yarışmayı kazandığı haberi gelir.
" Sana patates kızartırdım.
Patatesler pazartesi kadar kırmızı olun."

 İnternette tanıştığı bir şaire ikinci görüşmenin görüşmesizliğinde   net  olarak şöyle der:
"Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum.
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
Limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!"

Annesizlikten yazdığı şiirlerden sonra 
kızının doğumuyla  şiir yazamamaştır artık. Annesi Füsunun ölümünden sonra başlayan kalbinin iç toplamının kırıkları ve ah'ları şiir olmuştu, kızı Füsun'un doğumundan sonraya ise mutluluklar kalmıştı kelam sahibine ve mutlulukları ise  yazmadı hiç.Şiir uykuya dalmıştı hem de derin bir ölüm uykusuna.Ta ki şiirçemizin kalemi kırılana dek. Annesi gibi kansere yakalanır. 24 Temmuz 2011'de yani 41 yaşında unutulmamak üzere kalplere gömülür.unutMAD-ım-AK,unutmayacağız seni de sesini de ŞİİRÇE kadın Didem MADAK.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?