Yavaşça lüks lokantadan içeri girdim. Üstümdeki fakir kokan portakal renkli elbisedeydi bütün jakoben kulübü burjuvalarının gözü... İçeri girdim.. Garson bana baktı tuhaf tuhaf, bense otuz üç kurşuna bir eksik otuz iki dişimle hafifçe gülümseyerek hoşbulduk deyip eskimiş yorgun bir ihtiyarı andıran paltomu çıkarıp garsona uzattım... Ve şef garsonun masa göstermesine müsade etmeden hemencecik bir masada oturdum. Hem de cam kenarı hem de deniz manzaralı ;üstelik de sen manzaralı...Deniz gözlerin kokuyordu, sen fesleğen. Ama bütün güllerin kuzulara topaç olduğu bir pandemi hastalığındaydık henüz.
Şef garson efendim orası rezerve deyince ben de çürümüş, çalınmış ve masum düşlerimle/dişlerimle gülümseyip ne olmuş yani bir zamanlar benim kalbim ona rezerveydi onun kalbi de bana rezerveydi ; ama şimdi sevdiğim dışında herkes oturuyor kalbimde;hem kim bilir onun kalbinde şimdi hangi ayılar oturuyordur deyince garson hıııı anlamadım efendim deyip afallamış bir şekilde sadece bana bakmakla yetindi...
Adın ne senin diye sordum, Umut dedi.. Umut var mı, yok mu dedim? Umut varsa da yok sa da ben bilmem, ben anlamam ki efendim dedi... Umut dediğin sokakta bir ısırgan otu, elindeki ekmeğini yiyor üstüne de gazozunu içip içip geğiriyor o şerefsiz denilen arkadaşı ise jakoben Fransız kulüplerinde öpücüklü poker oynamalarda...Yan masada ikirciikli bir gülümsemeyle bir hanımefendi ve beyefendi dönüp bana afiyet olsun dediler saygıyla.. Ben de onlara dönüp Quzilgurt u keratti olsun dedim.
Garson ne istersiniz, ne getirelim efendim dedi. Aşk nedir bilir misin? Aşk:Bir tepsi tereyağlı ve fıstıklı baklavada sunulan Quzulkurttur dedim.. Garson efendim özür dilerim gerçekten sizi anlamıyorum dedi... Ne alırdınız efendim?
Şu arka tarafta bu kadar güzel Boğaziçi güzelliğinin kenarında yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında ama yine de şükür bilmeyen ve sürekli mutsuzluk oyunlarına secde duran suratı asık çifte bol tereyağlı ve fıstıklı bir Quzilqurtlu aşk ikram et, benden demeyi ve aşk olsun demeyi de unutma haaa...
Bana da bol acılı umut ve bol limonlu mücadeleden iki tabak kelle paça çorbası getir. Yanında sarımsak ve az beyin de olsun...Aslında bütün masalara az sarımsak çokça da beyin bırak. Nasıl olsa ihtiyaçları vardır Hem nede olsa beyin bedava. Yanına da bol bencillik ve yalakalıklı sana yağı da koy, olmasza olmaz dedim...
Otur masaya sen de. Sana da bir şeyler ısmarlamamı ister misin?Ne gibi anlamadım dedi şef garson... İki duble anne sevgisi, yanına da bir tabak evladının başını okşayan bir baba elleri gibi... Şef garson iyice şaşırmış bir vaziyette efendim ama s.... s.... s... siiii... siiiiizz ben bu kadar iyi nerden tanıyor olabilirsiniz ki... Hepimiz bir kere aynı günahkar babanın çocuklarıyız. Adem'in çocuklarıyız... Farklı olsa bile düşüncelerimiz, renklerimiz ve günahlarımız aynı babanın günahkar çocuklarıyız. Günah ta kardeşiz.Gün gün büyüyen ahlarımızın ve günahlarımızın altında yatan nedenler aynı... Ya da aynı annenin günahkar çocuklarıyız biz...
Başka ne istersiniz dedi peki, şef garson? İki kilo aşk isterim lav sıcaklığında çok pişmiş bir nar görüntüsünde olsun ; ama kazlı muz/enginar tadında olsun... Olmazsa portakallı pekin ördeği kıvamında ikinci el bir aşk da olabilir... Kızarmış tavuk kokusunda sıcak kumlardan serin sulara kıvamında, büryan tadında ve yılbaşı hindisi kıvamında bir milyon porsiyon hoşgürü. Yanında da hoşgörü gözyaşlarında pişirilmiş keşkekimsi beş milyon porsiyon merhamet... Hamsi, alabalık, şusi ve levrek karışımı ızgarada haşlanmış biraz insanlık biraz da adamlık düzenlere köle olan şu karşıdaki kifayetsizler için.... Yurdum insanının içini serinletmek için içim içim süt tadında ayranımsı bilmem kaç yüz bin batman ağırlığında bir kredi.... Şu yumurta oğlana da ağır kurşuni bir tavada iki yumurta, olmadı sahanda bir milyon baloncuklu sihirli üç buçuk yumurta. Garibanın dert ortağı olan bol soğanlı menemenli bir tutam mütevazilik istedim. Ha bu arada garson unutmadan kadınlar ve çocuklar üzerinden utanmadan siyaset yapan ahlaksız şerefsizlere, magandalara, mafya bozuntularına da bol acılı patlıcan oturtma söyle.
Sonra bir ara başımı kaldırdığımda büyük patronum başımızda dikildiğini ve ters ters suratsız bir şekilde bizi izlediğini görünce.. Tam da o arada şef garson sevinerek ayağa kalktı ve emredersiniz efendim dedi.. Bütün herkes bir hilkat garibesi olarak bize bakıyordu merakla...Pardon garson bey kardeşim bakar mısınız bir de şu patrona ve ağabablarına yetmez ama belki biraz da olsun paylaşımı öğrenirler diye. Ana menü olarak soyulmuş beş sosis, altı büyük hıyar ve sucuk karışımlı bol yağlı bir artı onsekiz domuz derisi. Ara sıcak olarak akbaba ve at kafası görünümlü on kilo korku. Ara soğuk olarak da iri beş acur ve de yedi karpuzdan yapılmış bir Holllywood isyan show..Aile terbiyem her ne kadar müsade etmese de elimi havaya kaldırıp o meşhur orta parmak işareti yaptıktan sonra tatlı olarak da vezir parmağı ikram etmeyi unutma..........