BİR SÜRÜ SAÇMALIK

18-07-2014

Güneş zaten mutsuzdu bir de önüne geçince bulutlar, iyice bozulmaya başladı lahana turşusu. Kaçmaya meyilliydi zaten dik kulaklı eşek, bir de sinek dürtünce iyice zıvanadan çıktı, dişimin ağrısı.

Merhaba sevgili Batman, yukarıda yazdıklarım anlamsız geldiyse gazeteyi tersten okumayı ya da ne bileyim diğer sayfaya geçerek zahmete girmeyi düşünmeyin, okumaya devam edelim. Ne de olsa hayat anlamsız cümleler bütününden oluşmuş bir okuma parçasına dönmüş değil mi?

Hangimiz gerçek anlamda ne olduğumuzu tanımlayabiliyoruz? Hangi tanımlayan da kendini tanımladığı gibi yaşayabiliyor?

Çoğumuz aç kalmaktan korkanlar grubuna dâhil iken, bir kısmımızda doyduklarımızı kendimiz yaratmış bedbahtlığına düşenler değil miyiz?

Üç kişinin toplandığı bir sohbette konuşulan yanı başımızda ki savaş ile ilgili çoğu zaman onlar da hak etti diyebilecek kadar tuhaflaşan dedelerin torunları, babaların oğulları, ağabeylerin kardeşleri ya da o diyenlerin kendileri biz değil miyiz?

Bu kadar çelişki içerisinde ne anlamı var ki ne yazdığımın, öylesine yazdım işte.

Belki içim acıdığı için, belki de kendime kızdığım için, belki de ısrarla iyi düşünüp kötü yaşamaya devam ettiğim için. Fakat şunu atlamamak lazım, sebep ne olursa olsun insanların vahşice insan öldürmesi bir hak ediş olamaz.

Her neyse bilgiden devam edelim.

Hem âlimin değil, güçlünün saygı gördüğü bir anlayışta kaç para eder bilginin değeri ya da bilgiyi kaç tane dinleyen bulunur. O yüzden ne anlamı var ki yazdığımın.

Önemli olan bir kâğıt parçasına ilişmiş resmim, bir anınıza kendini kabul ettirmiş ve size ortak olmuş işe yaramaz da olsa düşüncelerimin yazıya şekle dönüşmüş hali değil midir?   Bazen hayret ile düşünüyorum, Mevlana’nın eseri olan Mesnevi, Puşkin’in Maça Kızı adlı eserinin kapağı ile kaplansaydı bugünün düşünce yapısında daha bir fazla rağbet görmez miydi? Aman Allah’ım tüyler tüylerim diken diken galiba görürdü.

Kapağın içeriği ezdiği, gözün yüreği alt üst ettiği, bez parçalarının bir toplumun mental yapısını çökerttiği bir düzenin içinde var olmanın hazin sonu ile yarınlara susuyorum.

Gördüklerim tuhaf, biliyorum yarının çocukları duymayacak bu dediklerimi ama ben gördüklerimi demeliyim.

Ortalık hurdalık gibi, koskoca büyük bir hurdalık ve yanı başında büyük bir çöp yığını, her tarafta işe yaramaz binlerce nesne, yemeği pisliğe çeviren doymak için yaşayan varlıklar, eziyet bir nefes, bilmezsizlik ve daha bir sürü iğrenç manzara…

Hisler birbirine karışmış, fikirler saygıdan yoksun,  bazen ciddi anlamda ayırt edilemeyecek derecede karmaşık bir hal alan ilişkilerin, kabuk değiştiren geçmişin ve üzerine ciddi planlar yapılan geleceğin birbiri ile apaçık çelişen halini görünce gölgemden ürker oldum.

Bir gün gelecek gölgem de terk edecek beni diye korkmaya başladım. Ya da dediklerimin aksini yüksek sesle dile getirip, daldığım anlarda beni korkutacak.

Özellikle bunca saçmalığın en büyük dayanağı son zamanların teknoloji çılgınlığı…

Bu çılgınlık insanı hayat yönünden çok farklı bir çizgiye getirdi. Teknolojinin dünyayı küçültme gayretleri, özlemleri bitirip aşkları yalan kılmayı becerdi.

Leyla ile Mecnunu ve tezkere bekleyen annelerin hasretlerini bir kül rüzgârda savrulup unutturma başarısını gösterdi.

Bunların hepsini arsızların yüzüne bir tokat gibi vurması ile beraber daha da kötüsü toplum üzerinde oluşan kalıcı hasarlara yol açtı.

Zaten tuhaflaşan insan bir de her an istediği her sesi duymaya ve yüzü görmeye başlayınca, bir anda ahlak dediğimiz yapı kulaktan kulağa girmeye her girdiği kulaktan farklı bir şekilde çıkmaya, her göz tarafından dejenere olmaya başlandı.

Sonuç ise şu an gördüğünüz gibi çok normal karşılanan toplum hali.

Bu hali gözümde canlandırınca, İnanın ruhum daraldı. Bıraksam belki kaçacak.

Bu kadar yazılandan sona bile içimden ya sonrası demek geliyor.

Ne yazık sonu hiç gelmiyor. Yapılan her şey sanki büyük bir beynin müthiş bir icadı, bırakın insanları var olanların doğru olmadığına inandırmak, o doğru olanları diyebilmek bile ürkütücü. Çünkü yapılan hiçbir şey gelişi güzel bu topluma mal edilmedi.

Her şey sistematik olarak yerleştirildi. Galiba bunu yapanlar bir gün birilerinin çıkıp nedir bu olanlar diyeceğini biliyordu.

Bu yüzden o sesleri kısmak içinde düzenler oluşturuldu.

Yani insanlar bir çeşit hâkimiyet altına alındı. Maddi yönden kontrol altına alınarak sindirildi. Böyle bir durumda toplumu bir şeylere inandırmanın mucize olduğu bir gerçektir.

Tek yol herkesin kendinden inanmaya başlayıp, inandıklarını toplum ile utanmadan yaşamaya alışmasıdır. İnanın bana, bir yerden başlamak lazım inanmaya…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?