ÇÖZÜM SÜRECİNİN SÜRECİ

27-08-2015

Fakir bir köylünün kahvaltısına davetlisiniz, kahvaltıda iki yumurta, azıcık otlu peynir, biraz da zeytin, domates biber ve bayat olsa da ekmek gelir önünüze, kahvaltı başlamıştır afiyet olsun ağam.

Tüm samimiyetimle söylüyorum en nadide bahçelerde yetiştirilemeyen bir gülün yaradılış cilvesine bakın, o şaheser gül bir küllükte tomurcuk verir, kokusuna, güzelliğine doyulmaz bir güle erişirsiniz.

Bu örnekten yola çıkarak gariban ve tadına doyulmaz kahvaltımıza dönelim. Açık büfelerde olmayan tatlar mevcuttur o kahvaltıda, rasgele hazırlanan kahvaltının tadını, rahatlığını, minnetsizliğini dünya mutfağında bulamayabilirsiniz.

Nedenleri apaçık ortada, anlayan anlar. Kahvaltıyı hazırlayan o dost ortaya gönlünü koymuştur. Hiç bir maddi ve çıkar gözetmeksizin yapılan hazırlık, hizmetler kalbidir, siyasi değil. Çıkarlar için hiç değil. Bereketlidir en azından helal lokmalardır.

İçinde samimiyet ve dostluk olan, size yalnız ve yalnız siz olduğunuz için, kadriniz kıymetiniz bilinerek hazırlanan o kahvaltının tadına doyulur mu?

Ömür boyu değil ömürler boyu unutulur mu?

Bu çarpıcı ve basit fakat anlamlı örnekten sonra çözüm sürecinin içinde bulunduğu ya da getirildiği hale birlikte göz atalım.

“Analar ağlamasın” “bu kan dursun” “yeter ölümler son bulsun” denilerek başlanan ve slogandan öteye geçmeyen bu süreçte oyunculara bile taş çıkaran kişiliksiz ve onursuz siyasiler başından beri samimi ve kalbi değillerdi.

Samimi ve onurlu olsalardı çözüm çözümsüzlüğe dönüşür de bunca ölümler olur muydu, bu kadar kan akar mıydı?

Her insan bir dünyadır. Dünyalar yok oldu.

Çıkarları için, şöhret olmak için, desin’ler için, muktedir olamayanlar iktidar olmak için, oy almak için, süper egolarını tatmin etmek için, bu için, için’leri listelemek mümkün… Bu hal üzere yola çıkanlar insanı yolda bırakırlar nitekim bıraktılar da.

Bu kişiliksiz, onursuz kişiler bizim köylünün can alıcı kahvaltısına verdiği değer kadar çözüm sürecine değer vermediler.

Kaypak ve bin bir suratlı olup makyajlıydılar.

İlahi bir yağmurda gerçek yüzleri çıktı, ilahi tecelliyle dost düşman belli oldu.

Irk olarak biz Mezopotamyalıyız. Güneydoğu, evliyalar yatağıdır. Kutsal toprakların mert ve asil insanlarıyız.

Irkçı değiliz, kaypak değiliz, olanlar üzülsün.

Üzülmekle kalmayıp zahmet olmazsa bir de utansınlar, ar damarları çatlamamışsa arlansınlar. Yedi yüz yılı aşkın bir saltanat süren o koca imparatorlukta Kürt-Türk ayrımı olmadı.

Kardeştiler, dindaştılar. Ümmet-i Muhammed (s.a.v)’diler. Huzur içindeydiler. Bu fotokopi bile olamayan zavallılar asıllarına dönebilseler her şey yoluna girer.

ABD ve AB ülkelerinin uşaklığından çıksınlar.

Osmanlı gibi mert, yiğit ve uygar olsunlar. Olmayı başarsınlar sorun kalmaz.

Kürt milletine gelince Kürtler de dış güçlerle her türlü ilişkiyi kesip öz varlığına dönsünler. Eğitimi ve bilimi mutlak olarak ön planda tutsunlar.

İç kavgalara son verip Said-i Nursi’nin, o büyük zatın, Allah dostunun hayat ve fikri yaşamını incelesinler. O Allah’la dost, Allah’ın düşmanlarıyla hiç dost olmadı.

Ölümünün üstünden yarım asrı aşkın zaman geçtiği halde milyonlarca talebesi ve fikrinin hizmetkârları, eserleriyle besleniyorlar. İşte örnek bir Kürt.

Ayıran, kamplaştıran değil birleştiren bir Kürt.

Kendini defalarca zehirledikleri halde, korkunç işkencelere maruz kaldığı halde “ben onlardan Davacı değilim hakkımı helal ediyorum” diyen, diyebilecek kadar asil, dost, evliya, kutup yüzyılın kutbu bir şahsiyet.

Biz Kürtler bu Allah (c.c) dostunu yeterince tanıyor muyuz? Ben Nur talebesi değilim ancak Risale-i Nurları araştırdım, inceledim. Eserlerine hem hayran hem de aşık oldum.

Milyonlarca Türk Nur talebesi var.

Kalben söylüyor ve yazıyorum örnek olsun diye tek taraflı olsa da Kürtlerin savaşı durdurup ateşkese geçmelerini ve sorun varsa asla silahla değil bilimle, siyasetle çözmelerinden yanayım.

Bu şu anlama gelecekti “bak Türk kardeşim biz barıştan yanayken siz savaşıyorsunuz, savaştan yanasınız” diyebilseydi, mertlik bizde kalsaydı, zaten biz mert değil miyiz?

En azından dinimiz gereği onlarla din kardeşi değil miyiz? Kardeşten kardeşe kötülük gelir mi? Gelmeli mi?

Ömrüm batıda geçtiği halde Kürtlüğümle övündüm. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, törelerimi, inancımı hiç yitirmedim asimilelikten nasibimi aldığım halde yaşamım boyunca her türlü beşeri ilişkilerde Türklerden saygı gördüm.

Sevildim ve sayıldım. Birey olarak buna başaran ben. Kürtlerde her şeye rağmen zor olsa da bedel ödemek pahasına olsa da milletçe bunu başaramazlar mı? Elbette ki başarabilirler.

Silah yerine kalem, savaş yerine barış, öldürmektense yaşatmak, örnek almaktansa örnek olmak daha yiğitçe değil mi?

Bu değerler genlerimizde ve özümüzde var. Allah bizi güzel yaratmış yeter ki güzelliklerimizin ve değerlerimizin farkına varıp, vardırıp kullanmasını bilelim.

İşte güzel insan, güzel ırk olmanın güzelliği bu. Gerisi angarya.

Bu kişisel görüşümdür ve beni bağlar, katılmayanlar olsa da.

Yüce Allah (c.c) küfrün ve müşriklerin her cihetten, gelen ve gelecek şer ve tuzaklarından tüm Müslümanları korusun.

Egemenlik, güç ve kudret, üstünlük, hâkimiyet yalnız ve yalnız yüce Allah’ındır.

Başka da kimsenin değil.

Saygı değer bir okurumuzun kişisel merakı ve isteği üzerine yazdım. Sonuç nereye giderse gitsin yazımın, imzamın, fikirlerimin arkasındayım. Korkum yok, korku benden korksun.

Kalın sağlık ve sevgiyle Siz değerli “Sonsöz” okurlarımız.      

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?