Öyle marazlı, öyle karmaşık bir devirde yaşıyoruz ki!
Ülkenin her tarafında insanlar bir şeylerden şikâyet edip duruyor.
Kimi ekonomiden, kimi adaletten, kimi sosyal yapıdan, kimi eğitimden, kimi sağlıktan, kimi çevresel faktörlerden memnun değil…
Memnun değiliz ama biz ne yapıyoruz?
Vicdanımız, ruhumuz bizden memnun mu?
İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, ormanlar, dağlar, yollar, ırmaklar ve denizler…
Doğamız, çevremiz bizden memnun mu?
Aslında yaşadığımız hayatlar toplum olarak bizim kendi ortalamamızın bir sonucu.
Biz bu hayatı şekillendiriyoruz.
Toplum bireylerden oluşur ve biz kendimizi tek tek düzeltmedikçe hiçbir şey düzelmez!
Çoğu şey bizim elimizdeyken “ben ne yapıyorum” diye sorduk mu hiç kendimize?
Yardımsever miyiz?
Dürüst müyüz?
Toplumun menfaatlerini kendi menfaatlerimiz ile eşdeğer tutacak empatiye sahip miyiz?
Küçük menfaatler…
Geçici ve basit hevesler…
Sonu bir gün toprakta bitecek ihtiraslar…
Artık toplumun derdiyle dertlenen, dürüst, idealleri ve ilkeleri olan insan sayısı o kadar az ki!
Kabahati hiç kendimizde bulmuyoruz.
Herkes başkasını eleştiriyor, başkasının kusurunu arıyor.
Oysa dinen, ahlaken ve vicdanen doğru olan kendi kusurlarımızın farkına varıp onları düzeltmek değil midir?
Sorumluluk bilincine sahip olmak gerekmez mi?
Hz. Ömer’in meşhur bir sözü vardır; “Fırat nehri kıyısında bir koyunu kurt kapsa vebali Ömer’den sorulur!” diye. 1400 yıl önce adaletiyle bilinen Hz. Ömer’i bugün de aynı sıfatla nitelendiren şey yine adaletli kişiliğidir. Ama Ömer hata yaparsa rencide edercesine eleştirilir, sert bir muhalefetle karşı karşıya kalırdı. Doğru yol bulununca ne Hz.Ömer itiraz ederdi ne de çevresindekiler!
İşte ideal bir toplum örneği…
Peki, adaletli miyiz?
Çözüm odaklı mıyız?
İçinde bulunduğumuz toplumun gerekli gereksiz öyle çok problemi var ki! Başımızı kaldırıp dünyada neler olduğuna bakamıyoruz bile! Kafayı kuma gömüyoruz! Bir de en önemlisi ne biliyor musunuz? Toplumun her kesiminde “devrin adamı” diyeceğimiz tipler var.
Ne yazık ki kimse de bunlara “hop hemşerim!” demek zahmetinde bulunmuyor. Oysa bizim öyle samimi, öyle dürüst, öyle ilkeli olmamız lazımdı ki şahsi emelleri uğruna her şeyi harcayacak “devrin adamları” ofsayta düşmüş gibi dışarda kalmalıydı.
Çin Seddi gibi ta uzaydan fark edilmeliydiler. Ama dedim ya, toplum olarak ortalamamız neyse hepimiz oyuz işte!
Maalesef, kimimizde çok kimimizde az da olsa çoğumuzda var bu bencillik!
Fakat ne olmalı?
Devrin adamı değil, çağın adamı olmalıyız!
Çağımız bize ne söylüyor?
Cahil kalmamalıyız. Dünya bundan 50 sene öncesine göre bile medeniyet olarak öyle farklı bir noktaya geldi ki! Eğer biz dünyanın nereye vardığını anlayamaz, özümseyemezsek biz asla o dünyanın sakini olamayız! Önce bilmek gerek; bilmek için görmek ve görmek için de bakmak gerek!
Dönüyor dünya! Hepimiz aynı dünyada mı yaşıyoruz? Hepimiz aynı yörüngede yüzsek de aynı dünyada yaşamıyoruz maalesef!
Takvimde görünen sene 2024 belki; ama hepimiz aynı çağda yaşamıyoruz! Bunu değiştirmek istemiyoruz çünkü…
Toplum olarak yeniden bir kalibrasyona ihtiyacımız var! Düzelmeli, doğru iş yapmalı ve doğru insan olmalıyız. Hani “gece kafayı yastığa koyunca” diye vicdanımızı vurgulayan bir tabirimiz var ya! Gece karanlık ve sessizdir.
Tıpkı anne rahmi gibi…
Bir çeşit yalnızlık…
Bazen bu yalnızlığın tınısı bizi bize döndürüverir yine…
Tıpkı yeniden doğmak gibi…
O yalnızlık tınısı bir gün herkesin akıbeti olacak o ölüm sessizliğini, mezar ıssızlığını anımsatmalı ve ruhumuzu, kalbimizi, zihnimizi yeniden kalibre etmeli. Ahlaki değerleri, etik ilkeleri yeniden en başa koymalıyız.
Unutmayınız, devirler kapanır biter ama çağlar, coşkun nehirler gibi çağlar! Durmadan ilerler, akar, yoluna devam eder.
Ne menfaat setleri ne de bencillik bentleri…
Hepsini yıkar geçer zaman…
Aynen öyle de devrin adamı değil, çağın adamı olunmalı!
Çağla beraber akıp giden, menfaatsiz bir şekilde çağdaşlarıyla eşit ve bir...