GEÇMİŞTEN BUGÜNE (2)

10-07-2016

Yanılan bir toplum, neden yanıldıklarından ısrarla bir ders çıkartmak istememiştir, doğrusu bu konu üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekilen bir mevzudur. Çünkü toplumun geçmişten bugüne dair siyasetin seyir yönünü değiştirmeye yönelik verdiği tepkilerden anlıyoruz ki yanılmaların,  ders çıkarılma anlamında sandığa yansıması oldukça zayıf olmuştur. Yalnız burada dikkatimi çeken şey ülke de toplum arasında bulunan ciddi güven eksikliği olmuştur. Yani sağcısının solcusuna, her neyse ülke de doğusunun batısına pek güvenmek istemediği bir hava ile karşılaşıyoruz. Bundan dolayı da siyasi yönde ülke de radikal değişiklikler pek yaşanmamıştır. Yani fanatizme kaçan bir parti anlayışından kaynaklı taraf tutma anlayışı maalesef ülke açısından, olumsuz sonuçların var olmasına sebep olmuştur. Özetle halk inandığının kötü olabileceğine asla inanmak istememiştir. Kötü olduğunu anlasa bile, bunun gereği olanı asla yapmak istememiştir. Daha çok ılımlı geçişler ile ülke siyasetinde bir durgunluğun var olduğunu görüyoruz. Bir şekilde halk değişimden ya çekinmiş, ya korkmuş ya da kendisince olmazsa olmazlar var ederek, yoluna devam etmek istemiştir.

Bu olmazsa olmazların bir partiden daha çok, birey olarak belirlenmesi daha da bir olumsuz sonuçlar var ederek, değişenin sadece flama olmasını sağlamış ve aynı zihniyet hep yaşaya durmuştur. Kısacası canlar bu ülke en az kırk yıldır, aynı siyasi zihniyetin yönetiminde bir tekelleşme sürecine girmiştir. Halk bu tekelleşmeyi bilinçli veya bilinçsiz benimsemiş ve desteklemiştir. Bu desteklemenin bir getirisi olarak ta Bu ülkenin yeni jenerasyonu yani gençliği, maalesef bu ülkenin siyasi tarihinde hiç yok denilecek kadar azınlık durumunda kalmıştır.

Şimdi bu kadar açığın olduğu bir sistemin en üst tepesinde iktidar olmak, aslında sanıldığından çok daha kolay olmalıydı. Fakat her nedense bu 2002 senesine kadar, tek başına iktidar olma bir türlü başarılamadı. Görünen o ki;  Bir toplum mühendisliği eksikti ve bunu zeki birileri 2002 yılında fark etti. Peki, bu zekiler, bu toplum mühendisliğine başlarken seçim kampanyasında neleri kullandı ve diğer bütün argümanlardan nasıl yararlandı.  2001 senesinin bitmesinin akabinde fark ettiğim önemli durum, ekonominin fazlasıyla bozulmuş olmasıdır. Halka ciddi bir krizin içerisinde olduğu ya hissettiriliyor, ya da gerçekten halk bunu yaşıyordu. Daha başka bir şekli ile Amerika ve ya Avrupa’sı bu ülkede ki siyasi değişim için gerekli şartları sağlıyordu. Bu krizin başlangıcı ise daha da üzerinde düşünülmesi gerekilen bir konu olarak karşımıza çıkar. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında ki siyasi kriz, Başbakan tarafından basın ile paylaşılır ve ülke inanılması güç bir krize sürüklenir.  Bundan iki tane sonuç elde edilir. Ya ülke ekonomisi çok ciddi kırılgan bir yapıdaydı ve en küçük sarsıntıya dayanamadı. Ya da planlanmış bir senaryonun ilk ayağı başarı ile sonuçlanmıştı.  Ve krizin adı da konulmuştu;

Kara Çarşamba…

İşte 2002 iktidarı böyle bir Kara Çarşamba krizinin ardından gelmişti. İktidar olabilmek için bu elbette bir parti için büyük bir şanstı. Birde bu parti yeni kurulmuşsa, halk bu gizeme elbette sempati duyacaktı. Öyle de oldu tabi, olağan şartlar içerisinde halk olması gerekeni yaptı. Krizin çözümü ile alakalı atılan Kemal Derviş adımı ise halkı ikna etmekten daha fazla hükümetin beceriksizliğin ispatı olarak algılandı. Bir şekilde hükümet maliyeyi yönetemediğini attığı adım ile de itiraf etmişti. Bu itirafa karşılık ta halk, sevgiliyi bir daha geri dönüşümü olmayacak şekli ile terk etti.

Halk sandıktan çıkardığı sonuç ile sadece bir dönemi bitirmemiş, Türk siyaset tarihinin Karaoğlanı Bülent Ecevit’i de siyaset sahnesinden, süresiz bertaraf etti.

Devamı bir sonraki yazımda... sevgilerimle.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?