GEÇMİŞTEN BUGÜNE…

08-07-2016

Son on yılın Türkiye siyasi tarihi, tarihi boyunca yaşanmış olan siyasi tarihin en karmaşık, en istikrarlı ve en zıt kutupların yaşandığı bir tarih olarak çıkar karşımıza. Geçmişe dönük yapmış olduğum analizlerde, siyasetin geçmişte bu ülkede çok daha kırılgan bir şekilde yapıldığı ile karşılaştım. Öyle ki geçmişte hükümetlerin kısa süren ömürleri bunun en büyük göstergesi olarak çıkar karşımıza. Geçmişteki siyasetin Bu kırılganlığın en büyük sebebi olarak ta toplumu iyi analiz edemeyen siyasi parti ve araştırma kuruluşlarının, uzun sürecek olan siyasi istikrarı hedeflemekten daha çok günü birlik başarıları hedeflemesi olmuştur. Tabi bu hedeflere zaman içinde ulaşılmış gibi gözükse de gerçek asla öyle değildir.  Siyasetin manasını kavrayamayan ve mahallede bakkal idare etme zihniyeti ile kendisinde ömür sürmeye hevesli siyasi yüzleri, siyaset arenası sıradanlaştırma ve başarısız kılma konusunda oldukça, acımasız davranmıştır.

Siyaset özüne ihanet eden o benlikleri öyle sıradanlaştırmış ki, yanlarında gölgelerinden başka hiçbir şeyleri kalmamıştır. Onlar yaptıkları ile kalmış, biriktirdikleriyle yaşamaya devam etmiştir. Ne yazık geride bıraktıkları için ise çok iyi şeyler söylemek mümkün değil.  Öyle ya İnsan ve devlet için hayati bir önem arz eden sistemin işleyişi konusunda en gerekli unsur olan siyasetin bu denli hazırlıksız ve taklit ile icra edilmeye çalışılması, ülke açısından oldukça istikrarsız bir tarih var etmiştir. Genel itibari ile ülke için hayati olan sorunların hiçbiri çözülememiş, toplum ve ülke hiçbir vakit hayal eden gelişmişlik seviyesine ulaştırılamamış ve düşlenen olumlu değişim asla yaşanmamıştır. Bu zaman diliminde değişen bir tek siyasi partilerin isimleri ve flamalara işlenen sembolleri olmuştur. Bunların da çoğu ülke gündemini meşgul eden uzun süreli tartışmalara sebebiyet vererek, bir zaman kaybından başka, ülke de için hiçbir anlam ifade etmemiştir.

Ülke siyasetinde bunlar yaşanırken, toplum bugün olduğu gibi o günlerde de sanırım, durumu idrak edememe gibi bir sorun ile karşı karşıyadır. Bir şekilde basının yönlendirmesi ve duygusal tavırların takınması ile alakalı olarak, toplum hipnoz olmuş bir tavır sergilemiştir. Ne yazık bu ülkenin tarihinde yönlendirilen ve taraf tutan basın hep olmuştur ve bu ülke bu tarafçı basın zihniyetinin sancısını hep yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Bir şekilde alı konulan ülke huzuruna sandıkta yeterli tepkiyi gösteremeyen toplum, yeterli tepkilerin ardından ise kendi iradesine başkaldıran otoritelere gerekli tepkiyi gösterme konusunda son derece başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın sonucunda da elbette anti-demokratik birçok unsurun halka dayatılması ile baş başa kalınmıştır.

 ‘’Haddinden fazla süren tek partili dönem, ardından çok partili dönemlerde irtica türedi naraları ile sekteye uğrayan demokrasi, bu dönemlerin çoğunda yaşanan ırksal ve mezhepsel ayrışma ve çatışmalar, Adnan Menderes hükümetinin hazin sonu, post- modern darbe diye anılan Erbakan Hocanın siyasi arenada ki yalnızlığı, ardı kesilmeyen demokrasi düşmanı darbeler, asılan denizler, yakılan oteller, baskın verilen mahalleler, suikast düzenlenen ve hunharca katledilen aydınlar, bir anda türeyen illegal örgütler, bahsetmiş olduğum dönemde ki anti-demokratik eylem ve sonuçlardan en açık olan sadece birkaçıdır…’’

Oluşan bütün siyasal ve sosyal sorunların neticesinde ortaya ödenmesi gerekilen bedeller çıkar. İşte bu bedelleri ödemeye mükellef olan da ne yazık ki hep halk olmuştur. Bazen seçtiği başbakanlarından feragat ederek, bazen cebinde ki ekmek parasını vergi diye iade ederek, bazen de seçileni okumayı ve dayatılanı yapmayı kabul ederek tarih boyunca bu halk ödemesi gereken bütün bedelleri tıpış tıpış ödemiştir. Acı olan ise ödenen bedelin ortaya çıkmasına sebep olanlar, asla bedel ödemeden koyunluğu kendisine yakıştıran ve bunu benimseyen bu topluma çoban olmaya devam etmiştir.

Acizlik o kadar bulaşmıştır ki özümüze, bu toplum bir darbe anayasası ile bu ülkeyi 20 yılı aşkındır yöneten siyasilere, Osmanlı tokadını bir türlü atamamış, hep aldanmış, hep inanmış, hep yanılmış, usanmamış bir daha aldanmıştır. Bu toplum Her seçimin bütün vaatlerine şartsız biati ve koşulsuz inanmayı kabul etmiştir. Durum böyle olunca, bu toplum ‘’Kendim ettim, kendim buldum. Gül gibi sararıp soldum, eyvah ayvah’’ gibi şarkıları söyleyip durmuştur.

Yazının Devamı bir sonraki ve ondan sonraki birçok yazımda devam edecektir…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?