Yüreğim sana dünden kanık
Gözlerinde hapsolmuş bu sanık
Bir bilsen
Bu terk ettiğin şehir nasıl yanık...
Bedeller ödeye ödeye geldik, bu şehrin diz çökmüş aşklarına.
Avuç açtık bir çeşmenin başına bir damla suya.Kalbimiz yine viran, yine harabe; döndük Kerbela'ya.
Berdeller verdik sonra Mutsuzluk denizlerine.
Kadınları ergen de öldürdük erken de.
Soyadımız ihanet oldu, dolandı sevgilinin saçlarına.
Şehir bizi tüketti, biz şehri tükettik.
Bu şehrin künyesine kazdık adamsızlığı.
Aynı gömleği de giydik aynı sigaraya da takıldık, yine de adam olamadık bu şehrin gecelerine.
Mutsuzluk oyunları oynadık, sevgiliyi gömmek üzere açtığımız mutsuzluk çukurlarında.. Sevgililer üstüne sevgililer gömdük en derin kazdığımız mezarlara..
Ve o çukurların üstünü toprak niyetine sevgililerle kapattık.
Her terkettiğimiz şehirde nice derin mezarlıklar bıraktıl gülüşlerle doldurduğumuz..İşte bu yüzdendir bu şehrin meni/ölü kokan sokakları. İşte bu yüzden çoktur bu şehrin salakları. Tam da bu yüzden aklar düşmüş, kirlenmiş bu şehrin şakakları.Boynumuza bir muz bir de bir muska asılmış, hayatımız darağacı şakaları...
Hüzün adımız oldu bu şehrin ego savaşlarında.
Acı boynumuzun borcu oldu bardağa, doldu taştı bardaktan. Yüreğimde bir kız kulesiydin bu şehirde
Okyanusun ortasına bağdaş kuran.
İstanbula inat, herkese gülüşünle evler yakan.
Adımızda mutsuzluk, soyadımız acı oldu mutsuzluğa hep 9.15 gebe sevgililerin şehrinde...
Kimi sevsem bir sen olmuyor bu şehirde. Her yer sensizlik oluyor.
Kimi sevsem kaçak tütüncülük oynuyoruz bu şehirde...
Kimi sevsem kaçak çaylar demleniyor sevdiklerimizin gözlerinde...
Bu şehirde,
Sözcüklerim var satamadığım
Gözyaşlarım var biriktirdiğim
Sen yoksan bu şehirde
Yıldızlar var sayamadığım.. Ve Söylenecek o kadar çok şey var ki tutunduğum, yutkunduğum bir de söyleyemediğim...
Oysa biz şehirde gelebilseydik göz göze gökyüzüyle, yağmur kar sen yağacaktı hüzün yerine bu şehrin kronikşeşmiş kireçli dizlerine, tozuna. Artık bu şehrin tüm yetim trendleri kaçırılmış tren vagonları ve hiçbir zaman sığınamayacağımız bir limanın öksüz gemileri. Çünkü Nurullah Genç'in söylediği gibi:
olsan da bir, olmasan da
artık görünmüyor mevsimde hüzün
bulutlar bir garip rüyaya dalmış
ufukta güneşi ağlatan yüzün
bir mültecî gibi tenhâda kalmış
toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir
kaç kere çağırdım seni öteden
turnalar uçurdum gittiğin yere
bin parça eyledin kalbimi neden
ruhum bir başına düştü göklere
bana tebessümle bakıyor kabir
şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir
derdimin yangını sardı gölgeni
bir mahkûm kanıyla aktı izlerin
deniz ölesiye severken seni
neden gemileri yaktı gözlerin
yıkıldı yolunu bekleyen şehir
şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir
yağmurun inceden yağdığı yerde
açan gül acıyı damıtır solar
ağustos böceği düşünce derde
içine kuşların sevdası dolar
ölü bir mahzene gömüldü kibir
artık sevsen de bir, sevmesen de bir
çatladı en kavî yerinden tohum
kıvılcım düşürdü sulara gonca
her akşam ölümü koklayan ruhum
seni de kuşanır hâkan olunca
bu yerde bilinir destân-ı kebir
şimdi kalsan da bir, kalmasan da bir
zaman ki, ardımda pervane şimdi
mekân defineler döktü yoluma
fırtınadan umut bekleyen kimdi
söyle, deniz neden gömüldü kuma
zindan çöktü gülüm; kırıldı zincir
benim olsan da bir, olmasan da bir