GÜLLE

19-04-2019

Güneş tam tepedeyken evden çıktığımızda niyetim eski dostumla çoğu zaman olduğu gibi kentin kalabalığından kaçarak kırlara açılmaktı. Kendimizi çocukluğumuzun kentinde birer yabancı gibi görür kaybolmuş hissi yaşardık. Biz duyarlılığını yitirmemiş kentin eski sakinleri için değişmekte olan kentimiz hüzün vericiydi. Mahalleden ayrılır ayrılmaz gökyüzünden gümbürtüyle bir nisan yağmuru boşaldı. İnsanlar kaçışırken dört bir tarafa, ben ve eski dostum yağmurun bağışladığı özgürlükten faydalanıp kentin gezinti yollarını yavaş yavaş arabamla turlayınca yağmur damlalarının üst cama vuran tıpırtısıyla coşuveriyorduk. Yağmurun romantizmine vurgunduk… Şiddetlenerek çizgi çizgi yağan yağmur altında kentin yapıları gölge gibi seçilmeye başladı. Dostum yanımda her yerdekinden daha rahat nefes alıyor şarkılar da onu fazlasıyla hem içli hem keyifli yapıyordu. Değerli dostum sevdiğimiz şarkıların güçlü ve hızlı temposunda dirseğiyle kolumu dürterek ‘’ Dinle dostum, yitip giden zamanı anlatıyor’’ ve sonra sigarasından bir yudum çekip ‘’ Ben çok duygusal bir insanım! ‘’ diyordu. Birbirimizin kırlaşmış favorilerine bakarak çocukluğumuzu anlattıkça kahkahalarımız çınlıyordu arabada…

Derken yağmur nasıl ansızın başladıysa ansızın da kesildi. Yönümüzü çevirdik kırlara. Önümüzde irili ufaklı tepeler ve çiçekli tarlalar uzanıyordu göz alabildiğine. Havadaki su zerrecikleri gökkuşağına boyandı. Arabayı bir tarlanın kıyısına park ederek yağmur kokulu toprağı ciğerlerimize doldurduk… Sonra aramızda bir diyalog geçti:

Ç-Dostum torpido gözünde bir poşet var!

N-Seslerinden belli; şimdi ne kadar hüzünlendim.

Ç-Evet, ne düşünüyorsun?

N-Ben bakamam ki onlara, klasik olmalılar… Eski gülleler gözlerimde canlandı!

Ç-Anlıyorum seni. Ne diyelim bunlara; misket mi, gülle mi?

N-Misket demeyelim. Günümüz çocuklarının verdiği bir ad bu. Biz gülle derdik. Ya da Kürtçe ‘xar’…

Ç-…

N-Çok ‘dandik’ gülleler.

Ç-‘Çakma’…

N-O zamanlar cam da, boya da ‘organik’ti, orijinaldi.

Ç-Biz çocukken üreticiler günümüzdekiler kadar uyanık değildi yani. Hormon mormon ne gezer. Sahtelik, çakma, çalma, falan fistan…

N-Hatırlarsın, iki veya üç renkli olanların parlaklığı yansımayla rengarenk olurdu. Önce gıcır gıcır gülleyi ‘hoh’lardık nefesimizle, sonra iki parmağımız arasına alır güneşe tutardık; aman yarabbi o ne parlaklıktı! Sanki bir elmas.

Ç-Zamanımızın ‘HD’ parlaklığı…

N-Tek renkli olanlar vardı. Bunun gibi değil, ne renk, renk; ne cam, cam…

Ç-Onları ustalar nişancılıkta kullanırdı. Benim gibi... Şu an en yakındakini de vuramam!

N-Hadi gel oynayalım!

Ç-‘Madiko’, ‘Tiliko’ (başparmak ve işaret parmağı ile nişancılık) hangisi?

N-‘Tiliko’( işaret parmağı ) .‘Yerinde’ ve bu kadar mesafede oynayalım…

Ç-Tamam, önce sen at…

N-Olmadı bir daha…

Ç-Hile yapma…

N-Sen hilecisin…

Ç-Ben ustayım…

N-Olmuyor, vuramıyoruz. Eskiden ‘xar’ı fena oynardık. Bazı çocuklar bizimle oynamak istemezdi. Çok açgözlüydük.

Ç-Kar için oynuyorduk. Ya daha fazla olsun ya da satmak için… Bir oyun için çok kavga ettik sokak arkadaşlarımızla. Küçük kumarbazlar olmuştuk…

N-Zamanla gülle oyunu tam bir kumara döndü. Parasına oynuyorduk. Metal paranın bir parçasını çamura gömerdik. ‘Madiko’ ya da ‘Tiliko’ biçiminde gülle ile parayı kim devirirse, para onun olurdu.

Ç-Hele ‘Madiko’yu anlat…

N-İşaret parmağı orta parmağın üstüne konur, gülle orta parmağın yanına bırakılır ileriye fırlatılırdı; artık ustalığa göre bir kuvvet verilirdi parmaklara… Bu da diğer çeşitlere göre ‘karış’ veya ‘şel’ (vurmaca) biçiminde oynanırdı. Bilirsin, kardeşinin karışı uzun olduğu halde daha uzun olsun diye başparmakla işaret parmağının arasını camla kesmişti…

Ç- Nasıl da oynardık çamurda, yağmurda!

N-Az dayak yemedik annemizden babamızdan… Evden temiz elbiselerle çıkardık, üstümüz başımız çamurla dönerdik eve. Kimi zaman korkudan eve gidemezdik. Babamızın ‘eşref saatini’ beklerdik eskilerin deyişiyle. Bir kardeşimizi bulur, ‘’Evde durum nasıl?’’ diye sorardık.

Ç-Evet! Bir dizimizi yere koyar öyle nişan alırdık veya karış atmaya başlardık. Hele ‘serbest’ oyunda tüm alanı gezmek zorundaydık. Artık ayakkabılarımız da kirlenirdi. Bazen çamura ve yağmur sularına giren gülleyi ağzımıza atar dilimizle temizlerdik; o zaman dudaklarımız da çamur olurdu… O zamanlar sanki çamur da yağmur suları da kirli değildi. Hastalanmazdık pek. Şimdi öyle mi? Her an havadan bile hastalık kapabilirsin. Artık çamurda ne var ne yok Allah bilir!

N-Dostum bunları yok et. Benim evde ‘nostalji sandığım’ var. Sana eski güllelerden getiririm, istersen tren raylarında düzleştirilmiş gazoz kapağı da, eski bir topaç da, hatta Müslüm Baba’nın bir kasetini de, dahası ‘Teksas’  ve ‘Tommiks’ çizgi kitaplarını da…

Ç-Yemin et!

N-…

Ç-Biz çok şanslıydık. Güzel oyunlar oynayıp çocukluğumuzu dolu dolu yaşadık!

N-Zamane çocuklarının oyunları değişti, oyun alanları azaldı. Eski oyunlar okul bahçelerinde, kenar mahallelerde oynanıyor. Tıpkı canlılar için kullanılan tabir ile birçok oyunun ‘nesli’ tükendi. Çocuklar küçük parklarda tahterevalli, kaykay ve salıncaklarla kandırılıyor; internette sanal yarış ve savaş oyunlarıyla oyalanıyor. Biz doğal ortamda oynar oyuncaklarımızı da kendimiz yaratırdık. Çamurdan, telden arabalar yapardık; kağıttan silah ve şapka yapar ‘Kovboyculuk’ ve ‘Hırsız-Polis’ oynardık…

Toprağın üstünde gide gele ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum… Tarladaki ıslak filizlere sırtüstü uzanınca çocuk olmaktan yorulmuş rüyalara dalarak tüm dış dünyadan kayıtsız kendimizi çırılçıplak hissediyorduk.

Nihat ÇELİK – Çetin ERGİN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?