HAYAL ÂLEMİNDE İSTİKAMET

04-11-2014

Gerçeklik, günlük kullanımıyla, haddi zatında var olan şeylerin durumudur.

Gerçeklik terimi, en geniş anlamıyla, görülebilir yahut idrak edilebilir olsun ya da olmasın her şeyi içerir.

Gerçeklik, bu bağlamda, varlık, varoluş ile sınırlı tutulmuş olsa da, varlık ve yokluğu kapsar. Diğer bir deyişle, gerçeklik, felsefi alanda hiçliğin ve onun fiziksel obje ya da süreçlere sahip diğer konseptlerle uyuşmasının biçimsel bir mefhumu, bir kavrayışıdır.

Bu mana bilimin kabul ettiği gerçekliğin kâğıt üzerindeki tanımıdır. 

Meseleyi biraz daha günlük kullanımında kullanılan anlamına yakın bir dile ile izah etmek gerekirse. Gerçeklik insanların ulaşabildiği, somut olarak sahip olduğu, dünya hayatında aktif olarak kullandığı ve kendisi ile alakalı mevzularda bir delil olarak kullanabildiği şeylerden oluşan bir doğruluk silsilesidir.

Gerçekliği izah etmeye çalışırken dikkat ettiğiniz ölçüde somut kavramlar üzerinde ki bir sahipliği özellikle belirtmek istedim.

Çünkü insanların inanç sistemlerinde manevi duygu ve yaşamların gerçek olduğu kanısında ciddi çelişmeler yaşanmaktadır.

Nitekim Allah gerçektir. Ama bizim insani yapımızın bir gereği olarak onu göremeyiz. Melekler gerçektir.  Aynı şekilde onları da göremeyiz.

Sevgi de gerçektir ama onu da göremeyiz. Bu gerçekliklerin hayatımızda var olduğuna ve doğru olduğuna en büyük ispat hayatımıza yansıyışları olur.

Yani insan Allah’ı gerçek olduğuna inandığı için kul olmaya çalışır. Aynı şekilde yapılan ibadetler, hayırlar ve sadakaların bütünü de bu gerçeklik üzerine yapılır.

Diğer gerçekliklerin de ispatı yine aynı şekilde hayat yansıması ile olur.

Yani bir insan sevginin olduğunu ve ya bir insanı sevdiğini nasıl ispatlayabilir ki? Elbette ya sevdiği kişiye sarılarak, ya gözlerinde beliren bir ışıkla ya da daha farklı inceliklerle… Durum şunu gösteriyor ki gerçek sadece somut şeylerden oluşmamaktadır.

İnsan inandığı soyut gerçeklerin yansımalarını yaşanılan hayatta somut tepkilerle yaşar.

Bu şekilde ortaya manevi açıdan ciddi bir inanç, maddi açıdan da maneviliği yansıtan ciddi bir tutarlılık belirir.

İnsan bu iki düzlemde kendini tamamlayarak bir bütüne döner. Sanırım konu biraz daha anlaşılır kılındı.

Şimdi bir başka mevzu ise iki tane olgunun gerçekliği ile alakalı. Bunlar elbette hepimizin yakından tanıdığı ve çoğumuzun birebir yaşadığı aşk ve hayal olguları. Bu iki kavramdan birincisi daha büyük kitlelerce gerçek mertebesinde görülse de, ikincisi ile ilgili muğlak bir durum mevcuttur.

Mantıklı bir insanın kurmuş olduğu seviyeli hayallerin bile gerçeklik ile ilişkilendirilmemesi insanlık adına bir hezimettir.

Şu durumdan dolayı ki çok öz bir tabir ile fikir ne ise zikir de odur derler.

Peki, sizce orda ki fikrin kaynağı hayal değilse, sorarım nedir? Yok, eğer ki o fikri oluşturan hayal ise hayallerde fikirler kadar gerçek değil midir?

İnsanlık bu sorulara cevap verirken muhtemelen objektif olamaz. Bu yüzden çoğu zaman menfaat, ailevi durumlar ve sosyal yaşamın dengesi kaynaklı insanları yanıltıcı cevaplar verilir.

Çoğu zaman din bile bu konuda sömürülür. Hâlbuki hayaller âleminde hayır da vardır, günahta vardır. Günahın ve hayrın olduğu bir âlemde yaşanılan bütün her şey gerçektir.

İnsan hayal kurar ama gerçekler ile yaşar ifadesi ise günlük hayatımızın ürkek bir bakış açısını ve bu bakış açısını oluşturan insanların statükocu kafa yapısını yansıtır.

İnsan asla ama asla hayallerinden bağımsız bir yaşam sürme başarısını gösteremez.

Bunu yapan insanın diğer bütün inançları da sorgulanabilir. Çünkü bu durumda iç ile dış arasında ciddi bir ihtilaftan bahsedilebilir. Meseleyi biraz toparlayıp bitirecek olursam.

 

İnsanın inandıkları gerçektir. Elbette bu inançlar insandan insana, toplumdan topluma farklılıklar gösterebilir. Bu durum var olan gerçekliği asla değiştirmez.

Bir aşığın gözünden yare duyulan aşkı yalan kılacak bir ispat mümkün müdür?

O aşığın o yar ile ilgili hayallerine yalan diyecek ve ya saçma diyecek bir insanın zeka seviyesi sağlam inançlar için uygun mudur?

İbrahim’e Allah’ı arattıran gerçek, onun yaratanına duyduğu aşk ve zihninde tasarladığı mükemmele yakın bir yaratılış hayalleri değil miydi?

İnsanın samimi bir şekilde teslim olduğu ve sağlam bir inanç için tasavvur ettiği hayallerini hayatlarından soyutlamayın. Bir insan eğer ki çok ciddi şekilde bir sapık zihniyetine sahip değil ise hayal ettikleri yaşadıklarından çok daha fazla değildir.

Gelecek olursak işin sonuna;

Sana ömrüm kadar ömür biçtim ey aşk. Yediklerimden ye, nefesimden al, yüreğimden beslen.  Yeterim ben ikimize de, sen kimsenin anlayamayacağı büyüklükte bir hayalsin, yaşadığım kadar yaşamaya devam ey aşk. Sana mahşer yerinde anlatacak çok anım var. Herkes hesap derdinde iken, gözlerine bakmaya hasret olacak kadar yüreğimde büyüklüğün var. Evet; belki ayıramam beyazı beyazdan ama ayırmam da ikisini yanımdan.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?