Hayatı Olduğu Gibi Kabul Etmek ya da Hiçbir Şey Yapmamak

Hayatı Olduğu Gibi Kabul Etmek ya da Hiçbir Şey Yapmamak

Hayatı Olduğu Gibi Kabul Etmek ya da Hiçbir Şey yapmamak

Kaliteli vakit geçirmek ne demektir sevgili okur? Düşünün bakalım.

Kastedilen şeyin kendimizi geliştirecek ve bize faydası dokunacak işler yapmak mı? Yoksa bize iyi hissettirecek şeyler yapmak mı?

Birey olarak bizlere devamlı bunun pompalanması, bir yarışın içerisine itelenmemiz ve başkalarıyla kıyaslanmak sorunlu.

Edebi değeri yüksek kitaplar okumanı, sinema eleştirmenlerinden tam not almış ve övgülere boğulmuş filmler izlemeni ya da klasik müzik dinlemeni beklerler.

Bunları yaparak kaliteli vakit geçirmiş mi olursunuz?

Neden kendimizi geliştirmek zorundayız? Kalitesiz bir kitabı okuduğumuzda ya da kötü bir filmi izlediğimizde mutlu olacağımızı ve rahatlayacağımızı bildiğimiz halde neden kendimizi geri çekiyoruz? Kendimizi geliştireceğiz diye gündelik hayatta bizi rahatlatan ve ruhumuza iyi hissettiren tüm bu küçük eğlencelerden neden uzaklaşıyoruz?

E insanın vakti kısıtlı, bu kısıtlı zamanı iyi değerlendirmeli dediğinizi duyar gibiyim.

Bazen sadece sokaktaki bir bankta oturup öylece etrafa bakmak bile insana iyi gelir. Ruhun ihtiyacı hiçbir şey yapmamak ise dümeni oraya kırmak gerek bazen.

Sosyal medyanın etkisi mi yoksa modern zamanın bir dayatması mı bilmiyorum, ama bir şey yapmamak, birileri gibi olmamak, birilerinin yürüdüğü yolda yürümemek ya da başkalarının sahip olduğu şeylere sahip olmamak insana hayatı ıskalıyorum ya da geç kalmışlık, hatta belki de işe yaramıyorum hissini enjekte ediyor.

Kaliteli vakit geçirmediğimiz ve kendimizi geliştirmediğimiz için hayatı ıskalıyor muyuz peki?

Bana göre hayır.

Belki her şeye çok fazla mana yüklememizden kaynaklanıyor. Belki de hayatı, içinde bulunduğumuz hali olduğu gibi kabul etmek ve dümdüz yaşamak gerekiyor.

Şule Gürbüz’ün hayatı olduğu gibi kabulle ilgili “Sonra üzerime bir tat geldi. Halimi kabul geldi. Yani hafriyatla fazla ilgilenmez oldum. Çok da umursamaz oldum, bu hayatı beğenir oldum. Bu hayat bizzat kendisi bana olabilecek hayatların en manalısı geldi,” demişti bir televizyon programında.

En manalı hayatın şu an yaşadığımız hayat olmadığını kim söyleyebilir? Olabilecek en manasız ve saçma şey belki de bizleri tevekküle götürüp ruhumuzun tekâmülüne yarayacaktır.

Hayat denen yol boyu karşılaştığımız manzaralar, küçük ve büyük,  manalı ve manasız bize kimi zaman temas eden, kimi zaman yanımızdan yöremizden geçen ve kimi zaman da hissetmediğimiz ve görmediğimiz görüntüler yekûnundan ibaret değil mi zaten?

Bize temas eden şeyin manalı olduğuna inandım hep. Ne olduğuna bakmaksızın. İyi ya da kötü ne yaşadıysak… Kaliteli vakit geçiren ya da geçirmeyen, bir şeyler yapmak için canla başla çalışan ve hiçbir şey yapmayan herkesin hayatının bir mana taşıdığına inandım. Bir sırra aşina olmak için değil, bana göründüğü haliyle kabul ettim.

Çünkü bizimle kastedilen belki de o an olduğumuz kişi ve yaptığımız ya da yapmadığımız şeydir.

Bir ipliğin bir iğneye tabi olmaması gerektiğini, iğne olmadan da tek başına öylece yerde duran bir ipliğin mana ifade ettiğini aklımıza kazımalıyız belki.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ