İNSAN BİLDİĞİ KADARDIR

08-02-2017

İnandığımızın aksine inanma konusunda ikna olmamıza gerek kalmıyor çünkü inandığımız şeyin aslında bizim düşündüğümüz gibi olmadığı kendisini göstererek bizi inandığımızın zıttına inanma konusunda ikna ediyor. Bundan ötürü de bu ülkenin sağdan sola geçeni, ortadayken yükseleni, her görüşe hasret ile kucak açanı hiç bitmez.

Hatta bu durum toplumun hafızasını bile etkilemiştir. Dün burada olan yarın başka öbür gün bambaşka bir yerde elinde başka başka şeyler sallayarak gözükünce, toplum bunları hatırlamayı da unutmuş.

“İskeleti olmayan inanca et iliştirmek gayet kolay ve zahmetsizdir.”

Bizim düşündüğümüz ile inandığımız inanç arasında çıkan farklılıklar ile ilgili sınırları ise toplum beliriyor. Şöyle ki normal şartlarda doğru diye inanılan bir şeyin, başkaları tarafından yanlış yaşanıyor olması ve ya en azından bu şekilde algılanması var olan düşünceyi asla yanlış kılmaz. Lakin çoğumuz bu şekilde düşünmüyoruz. İnandığımız inanca başka türlü inananların gösterdiği tavır ve yaklaşımları dayanak göstererek, inancımızdan feragat ediyor ve ya yanlış olduğuna kanaat edip başka bir tarafa meyil ediyoruz. Bu meyil net olarak gösteriyor ki inanç yapısı olarak bir iskelete sahip değiliz. Daha çok esnek, yumuşak ve altı boş yani zaruri bilgi derecesinde inançlara sahibiz.

“Herkesin başkasının inançlarında hatalar gördüğü ve kendini mükemmeliyet derecesinde değerlendirdiği bir toplumun değer seviyesi tahribata uğramıştır.”

İnandığımız inanç bizi Çanakkale cephesine götürebilecek veya Sarıkamış’ta inanılmaz soğuklarda şehadete kadar sabırla bekletecek seviyenin çok altında olduğundan da kalıcı gelişmişlikler var etmekte başarılı olamıyoruz.

Daha çok oy verilen bir parti siyaseti üzerinden, her neye yatkınlığımız var ise ona yönelik bir inanç sistemine sahip oluyoruz. Genelde de o partinin benimsettiği siyaset üzerinden tarafımızı ve hayati bütün yaklaşımlarımızı düzenliyoruz. Zaman zaman refah seviyelerine yaklaştıran bu yaklaşımlarımız, istikrardan uzak bir süre sonra yine eski yerimize bir geri dönüş ile bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Sadece belli bir kitle değil toplumun bütün tarafları fikrimce aynı durumdadır. Kısır bir döngü diye bahsedilen durumu var eden şey, klasik bir tabir ile bir şekere ikna olma seviyesinde inanç özelliği gösteren toplum alışkanlıklarıdır.

“Bir hiç olduğumuzu kabul etmediğimiz sürece, birçok şey olabilme şansını asla yakalayamayız.”

Toplumları ayakta tutan şey inandıklarına olan bağlılık seviyeleridir. Neye inandıkları benim ilgilendiğim bir konu değil, inanç seviyeleri yazımda belirtmek istediğim şeyin tarifidir. Bir şeyin doğru ve ya yanlış olduğu ile ilgili kesin ve net sınırları belirlemek mümkün değildir. Müslüman olan birinin Yahudi olan birinin inancına yanlış demesi kendi inancına ne kadar bağlı ve bunun gereklerini ne kadar doğru yapabildiği ile ölçülebilir.

İnançları temellendiren şey bağlılıktır. Bireyleri kitle kılan şey de bu bağlılığın gösterdiği tutarlılıktır. Başkasını anlama konusunda sergilediğimiz her bencillik aslında kendi inancımıza olan zayıf bağlılığımızı ortaya çıkarır. Oysa gerçek inanç kendisinden olmayanları anlayarak güçlenir. Oysa bizde ya başkalarını asla anlamak istemiyoruz ya da onları anlayınca kendi inandıklarımızın yanlış olduğuna inanmaya başlıyoruz. Bundan da rahatça anlayabiliyoruz ki inanç konusun da her yönüyle sorgulanabilir zayıf bir bağlılık seviyesinde bulunuyoruz.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?