KABULLEN RAHATLA

11-02-2020

Yabancı yazılı basını arada bir gözden geçirmeyi çeşitli makaleler okumayı oldum olası sevmişimdir. İşte buna benzer dikkat çekici bir makaleyi geçenlerde okudum.
Karşımızdaki insanı değiştirmeye ne kadar meraklı olduğumuzla ilgili New York Times gazetesinde Jane E. Brody imzalı enfes bir yazıyla karşılaştım.
Bir insanı severiz her şeyiyle, gülüşünü, kaçamak bakışlarını belki sorumsuz “cool” tavırlarını, belki ilgisiz görünüşünü. Onun hep böyle kalmasını dileriz, böyle sevmişizdir ya değişmesin isteriz. Ancak iş daha sonra bir ilişkiye, evliliğe dönüşmeye başladığında önce sevdiğimiz yönlerini değiştirmek istememizin amacı nedir? Neden önceki “cool” tavırlar bize karşı ilgisiz olduğu hissine kapılmamıza neden olmuştur? Neden değişsin diye çırpınırız? Öyle sevmemiş miydik halbuki biz onu?
Çiftler birbirini değiştirmeye çalışırlar. Sonuna kadar kafamızda oluşturduğumuz kalıba karşımızdakini tıkarcasına sokmaya çalışırız. Onu mükemmel eş tanımımıza uygun hale getirmeye uğraşırız. “Neden yapmıyorsun?” “Neden öyle değilsin?”  “Hatalısın” gibi cümlelerle değişim sağlanamaz, tartışma yaratılır.
Dr.Andrew Christensen ve Dr. Neil Jacobson tarafından geliştirilen yeni bir yaklaşım olan “Kabullenme  Terapisi” bu soruna çare gibi görünmektedir. Bu terapide amaç değişime zorlanmaktansa eşlerin, birbirlerinin farklılıklarını ve bireysel duyarlılıklarını kabullenmesidir. Eşleri, değişimleri için ısrar ederek bir köşeye sıkıştırmak yerine, bu tarz bir anlayış daha uzun süreli ve eşlerin kişilik ve davranışlarıyla uyumlu, baskısız değişimleri getirir.
“Kabullenme, tatsız davranış olarak nitelendirdiğimiz durumu anlayışla karşılamak, onun derin anlamını anlamak ve daha geniş bir açıdan görebilmektir.” diyor Dr. Christensen ve Dr.Jacobson.
Kabullenme büyük olasılıkla anlamak ile başlayacaktır. Bu doğrultuda önerilen ilk adım bir tartışma üzerinde her iki eşin de bakış açısını içeren, yetersiz ve kırılgan noktaları tanımlayan, her bir eşin de başa çıkma yöntemlerini ve sorunun tartışmaya kadar gidişini tarif eden bir hikaye geliştirerek tartışmanın anatomisini incelemektir. Sonraki adım ise geri dönüp hikayenin kusurlar yerine farklılıklar, suçlamalar yerine kırılganlıklar, yargılar yerine tanımları içerip içermediğine bakmaktır.
“Bu terapi sayesinde odak noktası öfke ve saldırganlıktan kurtulacak eşler birbirinin daha yumuşak noktalarına bakmaya başlayacıktır.’’diyor Dr. Christensen ve Dr. Jacobson
eşler değişmeye zorlandıklarında, savunmaya geçip içe kapanma eğilimine girerler. Burada amaç tartışmaktan kaçmaktır. Ne zaman kabul edildiklerini, anlayışla karşılandıklarını görürlerse işte o zaman beklenenden fazla, istekli bir değişim başlar. Hiçbir değişim olma da kabul ve şefkat, olasılıkla, çiftleri birbirine daha çok yaklaştıracaktır.
Kabullenmenin önemli bir bileşeni, şu anda eşlerden birini çılgına çeviren özelliğin aslında bu birlikteliğin ilk kıvılcımını yakmış olmasının farkına varılmasıdır. Örneğin eşinin sosyal ve spontan yaşamından hoşlanan ve onu çekici bulan kadın, çocukları olduktan sonra eşinin bu özelliklerini aldırmazlık olarak nitelendirebilir, bu da ciddi bir çatışma demektir.
Ancak kabullenmenin de sınırları olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Fiziksel ve psikolojik şiddet asla kabullenilmemelidir.

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?