KIRMIZI TAKKELİ ÇOCUK

11-10-2019

Kırmızı renkli, etrafı sarı iplerden desenlerle süslenmiş takkesini kafasını geçirip dedesine, Cuma hutbelerinde eşlik ettiği sıralar, henüz dört beş yaşlarındaydı. 
Dışarıda ele avuca sığmaz aşırılığı, içerde siner, ağrıyan dizlerine rağmen ayaklarını uzun süre altına kıvırır, etrafı gözlerdi. 
Etrafı gezinen gözlerine eşlik eden boynu o kadar yavaş hareket ederdi ki yön değiştirdiği anlaşılamazdı. 
Cemaatin tümünü gözden geçirirdi. 
Yüzlere yerleşen hazin pişmanlık görüntülerini tek tek hafızasına kaydederdi. 
Uyuklayan yaşlıları, cemaate hatırla baskıyla getirilmiş fısıldaşan genç çocukları, ayağına oturmayan çorabı sağa sola çekiştirip duran yan tarafında ki amcayı, sünnetleri kıldığı vakit kendisine bakanlara, bakanları izlerdi. 
Cemaatte olanların camiye girerken kapıyı ne şiddette kapattıklarını dahi dikkat ederdi ve her seferinde camiden kim ilk çıkacak diye pür dikkat kapıya bakardı. 
Camiye gitmek büyük bir hayır evladım, diyen dedesinin sözünden yola çıkarak camiden çabucak çıkmanın hoş bir hareket olmadığına inanırdı. 
Camiden öğrendikleri, cemaatten başını okşayan amcaların dinin gereği olarak algıladığı nasihatleri, gördükleri ve bütün duydukları, erişilmez Allah’ın onu her şeye eriştirebileceğine inandırmıştı. 
Dut ağacının üstüne kurulmuş köy serçelerinin yuvalarını bozan çocuklara nasihatler verip onları yaptıkları şeyin, doğru olmadığına inandırmaya çalışırken, yanlarına gelen çocuklardan biri evde babası ile annesinin kavga ettiklerini söyledi. 
Bu ilk değildi. 
Evlerinde kavga bitmezdi. 
Annesi, çocukluğunun kıblesi bir mercimek kabuğunu doldurmaz sebeplerden saatlerce şiddete maruz kalırdı. 
Usulca hiçbir şey demeden ağaçtan indi, yuva bozan çocuklara son diyeceklerini yutkundu ve eve doğru ilerledi. Çocuklardan birkaçı arkasından baka kalmışlardı. 
Eve varmadan annesinin hıçkırıkları ona varmıştı. 
Hemen ardından babasının bağırışları duyuluyordu. 
Bu sefer her zamankinden daha bir cesaretle, geri dönmeden eve doğru yürümeye devam etti. Üzerinde her zaman ki elbisesi ile annesi. 
Kırmızı çiçekler ile süslenmiş bu elbisenin kumaşını hatırı sayılır bir dostları hacdan dönerken getirmiş, annesi öyle söylemişti, anne neden hep bu elbiseyi giyiyorsun diyen çocuğuna. 
Oysa çocuk defalarca elbisenin çok kez akşamları kendileri yatmaya koyuldukları vakit yıkanarak kurumaya bırakıldığını görmüştü. 
Başka elbisesi olmayan kadın, akşamdan elbiseyi yıkar, varsa bir söküğü diker ve sabah tekrar giyerdi. Annesi her zaman ki hali ile sinirinin geçmesini beklediği bir erkeğe, çocuklarının babasına katlanmak zorunda olduğu düşüncesi ile dayanmaya çalışıyordu. 
Toprağın üstüne kapanmış, ayaklarından yeşil lastik ayakkabıları çıkarmaya fırsat bulamadan içeri sürüklenmişti. 
Babası ise karşısında çaresiz duran bir varlığı bulmanın hırsı ve hıncı ile bütün gücünü sergilemekten çekinmiyordu. 
Elinde salladığı sopa ile büyüklüğünü anlattığı yeminlerden içiyor, haklılığını ispat için örnekler veriyor, bazı bağırışları vicdanı ile süren kavgasından yedi tokatların acısından daha da yüksek çıkıyordu. 
Çocuğun annesini izlerken bir anda gözleri ışıldadı.  
Annesine gerisini döndü ve döndüğü gibi koşmaya başladı. 
Önünde kaçışan tavuklara aldırmadan, duvarlara sürtüp geçer bir halde, birkaç kez düşecek gibi olduğu halde duraksamadı, asla yavaşlamadı. 
Caminin dış kapısından avluya girdiği vakit, kapıyı ardından kapatmadı. 
Caminin kapı koluna açmak için dokunduğunda nefes nefeseydi. 
Küçücük göğsü bir dağ kadar yükseliyor ve hızlıca tepeciğe dönüyordu. 
Caminin içine açılan kapısına yaklaştı, kapıyı sakinleştikten sonra açtı, usulca içeri attığı adımdan sonra da kapıyı ardından yumuşacık kapattı. 
Kapının hemen önünde camiye baştan aşağı bir göz gezdirdi. 
Adım adım gezinerek etrafı yoklamaya, üstü örtülü şeylerin üstünü açıp bakmaya başladı. Bazı eşyaları yerinden kaldırıp altlarını kontrol etti. 
Gittikçe serileşiyor, hareketleri gerginleşiyor eline geçen birkaç tespihi sağa sola fırlatıyordu. Üç kez minbere çıktı, üçüncüsünde biraz da üstte durmuş tepeden bakmıştı içeriye. 
Terle geldiğini haber veren yorgunluk, ağırlaşan umutsuzluk ve gözlerinin önünden gitmeyen annesinin çiçekli elbisesi, yeşil lastik ayakkabısı, toprağa kapanmış başı. 
Bulduğu takat ile daha da kararlı bir halde sağı solu kurcalamaya başladığı vakit, caminin kapısı açıldı. İmamın küçücük camiyi her daim düzenli gören gözleri yerinden fırlayacaktı. Cami allak bullak ve onu gördüğü halde duraksamadan camiyi dağıtmaya devam eden, her zaman gördüğü kırmızı takkeli çocuk. 
Ne de çok şaşırmıştı, caminin haline, bu hali var eden kişinin kırmızı takkeli çocuk olmasına. Ne yapacağı konusunda kararsız kaldı önce, sonra usuldan seslendi çocuğa:
—    ­Evladım, evladım! Ne yapıyorsun sen?
Çocuk seslenene baktı, gördü imam olduğunu bağıranın. Duraksamadan halının altına bakmaya devam etti. Bunu gören imam sinirlenmeye başlamıştı, sesini daha da yükseltip birkaç adımda yaklaşarak tekrar seslendi:
—    Sana diyorum, duymuyor musun, ne arıyorsun cami de?
İmam ‘’ne arıyorsun’’ cümlesini çok kez tekrar etmeye devam edince. Çocuk gerildi, duruldu ve imama dönmeden kendi kendine söylenir gibi;
—    Allah'ı arıyorum dedi.
İmam duyduğu ile daha hayrete düşmeden, çocuk bu sefer, aradığını bulamamanın hırsı ve çaresiz annesinin ne halde olduğunu merak ederek bütün gücüyle bir daha söyledi:
—    Allah'ı arıyorummmmm, Allah'ı!

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?