KÜRT CEPHESİNDEN BİR FETÖ MUHASEBESİ

24-07-2016

Türkiye çılgın bir darbe girişimini çok şükür atlatmış gözüküyor. Aslında atlatılan darbe girişiminden ziyade bir iç savaş tehlikesi idi. Millet, dünya tarihine geçecek destansı bir direnişle; önce asker ile polis güçleri arasındaki çatışmaları, sonrasında da coğrafi, etnik, mezhepsel bölünmelerle oluşacak bir iç savaşı önlemiş oldu.

Bu tablo ile; Türkiye’nin, 100 yıldır aradığı bir arada olma, bir hedefe kilitlenme, devletin simgeleri ile birleşme/bütünleşme ruhunu yakalayarak “Millet” olma vasfını test ve ispat ettiği söylenebilir.

15 Temmuz direnişi ile ortaya çıkan Anadolu irfanı, gücü, cesareti her kesimden okumuş (!) yazmış insanların topluma dair yaptığı tüm sosyolojik analizleri de çöpe atmış oldu. Geriye bir “okumuş” utancı kalmıştır umarım.

Bu çılgın terör eylemine kalkışan FETÖ özelinde Batıniliğin dini örgütlenmelere etkisi de konuşulacaktır. Ortaya çıkan net bir husus da şudur; motivasyonu din olan DAEŞ veya FETÖ benzeri efsunlanmış kitlelerin yönetimi ele geçirememesinin teminatlarından biri de adil ve makul bir laik yönetim anlayışıdır.

FETÖ üyesi teröristlerin başını çektiği bu terör eyleminin bastırılması Türkiye için gerçek anlamda yeni bir dönem demektir. Güçlü ve kararlı liderliği ile darbeyi savuşturan, kitleleri doğru yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllardır üzerinde durduğu, ancak siyaset ve bürokrasinin tam olarak sahip çıkmadığı, devletin FETÖ üyelerinden temizliği bu kez kaçınılmaz olacaktır. Bu temizliğin gerçekçi ve derinlemesine yapılabilmesinin teminatı da darbeye “Dur” diyen halktır.

TAM BİR DEVLET YAPILANMASI

Devlet kadrolarının FETÖ üyelerinden temizlenmesinin sonuçları zannedildiğinden etkili ve önemli olacaktır. FETÖ, gerçek bir derin devlet mantığı ile; ordu, polis, yargı, istihbarat başta olmak üzere politik karar alma süreçlerini doğrudan etkileyen kurumları ele geçiren bir yapılanma idi.  Bu örgütlenmede; tam bir devlet aklı ile her biri için büyük oyuna uygun roller planlanmıştır.

Bunun sonucu olarak da ortaya;  çok yüzlü, çok boyutlu, istihbarat örgütlerinin dahi bütününü görmediği fazlasıyla karmaşık bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu durum tüm alanlarda kendini net olarak hissettirmiştir.

Bu tasfiye, siyasi karar alma süreçlerinin içeriden ve şeytani bir şekilde etkilenmesi veya alınmış kararların manipülasyonunu ortadan kaldıracaktır. Bu grubun tasfiyesi ile AK Parti gerçek anlamda iktidar olmaya bir adım daha yaklaşacaktır.

Bu yeni durumun etkileyeceği temel alanlardan biri de Kürt meselesi ve terörle mücadele alanı olacaktır ki bu, tek başına yeni ve pozitif bir durum demektir.

TAKİYYECİ, İKİYÜZLÜ ANLAYIŞ

Mesela yazı konumuz olan Kürt meselesinde; Gazeteci ve Yazarlar Vakfı ve Abant Platformu aracılığı ile Anadilde eğitimi savunan, değil özerklik federasyon dahil her türlü talebi öneren bir yüz, Kürtlere göz kırparken; Samanyolu Tv’de ise Şefkat Tepe ve Tek Türkiye dizileri ile nefret suçunu kat be kat aşan açıkça küfür ve hakaret içeren sözler sarf edilmiş, hatta bu diziler birer talimat aracına dönüştürülmüştür. Öyle ki Çözüm Sürecinde Akil İnsanlara gelen en belirgin taleplerden biri de bu dizilerin kaldırılması olmuştur. Dizilerin yarattığı ayrışma, ektiği nefret tohumları özel tv kanalı deyip geçilemeyecek etkidedir. Benzer bir duyguyu Gülen’in 2011 Kurban bayramında muhatabı örgüt gibi gözüken ama tüm Kürtlere hitap eden bedduası da yaratmıştı.

FETÖ’nün Kürt meselesinde politik sonuçlar doğuran müdahaleleri ise emniyet, istihbarat ve yargı eli ile gerçekleşmişti. Aşağıda kronolojik sıralama ile hatırlatacağımız olay ve dosyalarda imzası olan emniyet ve yargı mensupları 17/25 Aralık sürecinden bu yana FETÖ üyeliğinden görevden uzaklaştırılmış veya tutuklanmıştır.

2009’da Milli Birlik ve Beraberlik projesi kitlesel ve siyasi tutuklamalar ile boşa çıkarılmış, polis kamerası ile çekilen kelepçeli seçilmişler fotosu Anadolu Ajansı eli ile servis edilmiştir. Bu dönemde henüz isimlendirilmeyen FETÖ’yü Selahattin Demirtaş “Kararları veren hükümete yakın dindar hakimlerdir” şeklinde ifade etmiştir.

2010 referandumu sonrası oluşan demokratik dalga ise; KCK davalarında üretilen anadilde savunma krizi ile boşa çıkarılmıştır. Bu şekilde referandumda boykot kararı sonucu PKK ile tabanı arasında oluşan hasar onarılmıştır. Böylelikle örgüt tabanında demokratik siyaset yerine silah ve dağın meşruiyeti tekrardan konuşulur olmuştur. Bu krizi üreten tüm hakimler bugün tutukludur.

Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarının temel hedefi tam olarak bir kariyer mühendisliği olduğu içindir ki; bu yapıların Fırat’ın batısına tekabül eden faaliyetleri samimi ve ciddi bir davanın konusu olmamıştır. Bu çifte standartlı tutumun yarattığı etki ise açıktır.

2011 seçimlerine giderken Hatip Dicle’nin de aralarında bulunduğu bazı adaylara önce yol verilmiş sonra ilginç bir şekilde Gerede doğumlu bir vatandaşın polis fezlekesine benzeyen ihbar(!) dilekçesi ile adaylıkları iptal edilmiştir. Bu durum bölgeyi terörize etmekle kalmamış, yurdun batısında da seçim sonuçlarını etkileyecek kaotik görüntüler oluşmasına sebep olmuştu.

Hizbullah örgütünün kendini tasfiye ederek demokratik meşru zemine dernekler aracılığı ile entegrasyon arzusu da FETÖ’ye takıldı. Emniyet raporları ile açılan sayısız dava ile dernekler kapatıldı. 10 yıl boyunca eline silah almamış insanlara örgüt üyeliğinden cezalar verildi. Sadece Emniyet arşivinde bulunan örgüt CD’leri (!) işyerlerinde ele geçirildi(!). Bu baskının sonucu; bu tabanın AK Partiden uzaklaşması ve partileşmesi oldu. Bu durumun AK Parti’ye maliyeti ise 3’ü il olmak üzere 20’nin üzerinde belediyenin HDP’ye 6 ila 500 oyla kaptırılması oldu. Şimdilerde ortaya çıkan bazı Hizbullahçıların 90’larda FETÖ eli ile infazı ise bambaşka bir başlıktır.

FETÖ’cü darbeci teröristlerce yapıldığı bugün kesinleşen Uludere katliamının karartılması da aynı örgütün yargı mensupları aracılığı ile gerçekleşti. Soruşturma sivil yargıda 550 gün bekledikten sonra yetkisizlik kararı ile dosyanın gittiği yüzdü 100’ü FETÖ’den oluşan Askeri Yargı da takipsizlik vererek dosyayı kapattı. İlk gün “Kaçakçılar bombalandı” diyen Zaman Gazetesi ile bölgedeki Fem dershaneleri ise söz konusu kararları hükümet aleyhine kullanmaktan çekinmedi.

ÇÖZÜM SÜRECİNİ ZEHİRLEDİ

FETÖ ilk darbe girişimini Hakan Fidan’ı hedef alan 7 Şubat soruşturması ile gerçekleştirmişti. Operasyon başarısız olunca örgütün temel hedefi Çözüm Süreci’ni zehirlemek oldu. Yazılı ve görsel medyası ile Çözüm Süreci hep tartıştırıldı. PKK’nın ekonomik, siyasi, sosyal ve silahlı alanda elde etmeye çalıştığı alan hakimiyetini ise oluşturdukları istihbari ve fiili zafiyet ile adeta desteklediler.

Böylece PKK dışı Kürtler de batıdaki Türkler de sürece karşı negatif olarak koşullandırıldı. Öyle değil mi? Eğer bölge PKK’ya teslim edilecekse kimse böyle bir Çözüm Süreci’ni istemeyecekti. PKK bu boşluğu/katkıyı sonuna kadar kullandı ve bunda başarılı da olundu.

6-8 Ekim’e geldiğimizde HDP ve PKK’nın dahi sonradan reddedeceği sokak vandallıkları polisin gözü önünde yaşandı. Çoğu FETÖ’cü Emniyet kadroları ya izindeydi veya olaylara seyirci idi. Maksat belliydi; kaos büyütülecek ve meşru siyaset yara alacaktı.

SON BİR YIL ÖNEMLİ

FETÖ’nün güvenlik politikaları aracılığı ile sivil siyaseti esir almasının son ve çarpıcı örneğini hendek savaşlarında yaşadık.

Güvenlik bürokrasisi önce Çözüm Süreci’nde bölgenin silah deposuna dönüşmesine müsaade etti. Ardından PKK’nın süreci bitirip savaşı başlatması ile hendek savaşları arasındaki 6 aylık sürede şehirlerde hendek kazılmasına göz yumuldu.

Mesela Cizre çatışmaları sürerken Yüksekova; Sur çatışmaları sürerken Nusaybin’de hendekler 2. Ordu’ya bağlı tankların gözü önünde kazıldı. Müdahale öyle geciktirildi ki; Nusaybin’e gelen PKK’lı üniversite öğrencilerinin bir kısmı burada çatışma olmayacak diye hendek bölgelerini terk ettiler.

Maksat belliydi; önce hendek açılmasına müdahale edilmedi sonra medya aracılığı ile konu bir yıl gündemde tutuldu. Ülkede etnik bir çatışmayı yaratacak bir hassasiyet ve kamplaşma üretildi. Şehit sayısı artırıldı, sivil ölümlerinde duyarsız davranıldı.

Cizre’deki meşhur bodrum olayında Ankara’nın “sağ yakalansınlar” tutumuna rağmen süreç kanırtılarak bodrumdaki teröristlerin yanındaki silahsız veya sivil olanlar da ölü olarak ele geçirildi. TRT haberde yönetimden habersiz, bir komiser yardımcısının telefonu ile girilen, bodrum haberi de dikkate alındığında; maksadın Kürtleri sokağa dökmek olduğu açıktı.

Bu meşru ve haklı terörle mücadele yöntemlerine(!) karşı bırakın siyasette medyada dahi konuşmak mümkün değildi, olamazdı. Zorlama bir senaryo gibi gözükebilecek bu tezi geçtiğimiz haftaki grup toplantısı konuşmasında Devlet Bahçeli’nin de dillendirdiğini not düşelim.

SÜRECİ YÖNETEN 2. ORDU’YDU

Oysa bölgede yapılması gereken açık ve basitti. Önleyici tedbirler en üst derecede uygulanacak, ele geçirilen hendek bölgelerinde ise izolasyon politikası, minimum şehit ve ölü ile süreç yönetilecekti. Bu süreci yöneten 2. Ordu’ya ait komuta kademesinin tümünün tutuklanmış olması terör üzerinden darbe zemini oluşturma çabalarının sanırım en büyük kanıtı olur.

Son ve komik bir örnekle FETÖ kadrolarının Kürt meselesi sicilini bitirebiliriz. 90’larda sarı, kırmızı, yeşil renkleri nedeniyle trafik lambalarının yasaklandığını bugün acı bir gülümseme ile anlatırız. Buna benzer bir olayı Batman TPAO’da önceki yıllarda yaşadık. TPAO işçilerinin Sarı kırmızı ve turkuaz renginde olan tulumları bazı amir/mühendisler tarafından örgüt propagandası gerekçesi ile yasaklandığında ne olduğunu anlayamamıştık. O mühendisler şimdi FETÖ üyeliği iddiası ile açığa alındılar.

eminekmen@outlook.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?