MAHŞERDEN ÖNCE SON PROVA

21-11-2014

Acemi bir şairin, beyaz bir kâğıdı heba ettiği bir karalamasında şunlar yazıyordu: Bir Gözün, Göz kapaklarının ardında ki ışığı cennet sandım.

Hayata dair bütün anlamlara ermiş gibi aldandım, kandım, yanıldım ey ömür.

Meğerse arpa verilen bir koyunun bakılan yerindeymiş hayat ile insan arasında ki dengeyi sağlayan anlam. Yani koyunun doymuşluğunu takan yok.

Yediği arpa ete döndü mü asıl mesele o. Etlendi ise ecel yakındır. Yok, etlenmedi ise koyun işe yaramayanın tekidir. Arpa nerden geldi, koyunun vücuduna arpayı kim et eyledi, eti insanoğluna kim nimet diye sevdirdi, helal eyledi bilen yok. Bırakın bilmeyi, bir zahmet düşüneyim diyen de yok.

Tek yaptığımız, uzunu kısanın içinde gizleyerek, yanlışı da bir koyunun cılızlığında eriterek yanlışı doğru ile süslemek. Bu şekilde her ne kadar yanlış yöntemler ile doğruya yollar yapsak ta ve bunu başarmış görüntüsü vermiş olsak ta sonsuzluğa bir yol çizmedikçe başarıya ulaşmış olamayız. Sonsuzluğa giden tek yolun da ölüm olduğu gerçeğini düşününce, geriye tek bir yol kalıyor; ömrü doğru bir istikamette kaderin peşinden sürüklemek.

Öyle ki kaderin son bulduğu yerde, bir son durak olacak ve o gün; zulme uğrayan koyun dile gelecek. Diyecek ki: Ey yaratan sen beni dili var konuşamayan, kulağı var denilenleri anlayamayan bir varlık olarak yarattın. Gayem sana kulluk edecek olanlara nimet olmaktı. Ben gayeme uydum. Sen şahitsin ki emrettiğin gibi ömrümü tamamladım.

Kullarını son nefesime kadar yünümle giydirdim, sütümle besledim.

Son nefesimi de onların ellerinde ki bir bıçak ile vererek onlara nimet oldum. Ama korkarım ki ben kulluktan bile habersizlerin midelerinde sadece bir pisliğe dönüştüm.

Ondan sonra diyecek ki: benim etim kulluktan bile habersizlerin yüzüne ne nur oldu,  ne de bir iyilik oldu ömürlerine, sadece şişti karınları doydular ve beni onlara nimet yapan senden habersiz kaldılar ya rab! Sonra yüzleşmeler başlayacak, bağrışmalar…

Hiç kimsenin hiçbir şeyi saklayamadığı o gün gelecek, işte o gün doğrulacak ancak başlar ve doğruyu ancak bedel ödeyerek o zaman bulacak kullar. Bahsi geçtiği halde asla gerçek anlamda hissedilemeyen cehennemin sıcaklığı hissettirecek kendini.

Cennetin ne kadar büyük bir ödül olduğu, o gün anlaşılacak.

Şimdi istediğimiz gibi bakalım hayata, kurtuluşa sadece iki yo var: ya güneşi bir saat geç doğurmayı başaracağız; ya da kulluğu kabul edip her sabah vaktinde doğan güneşin nasıl bir anlam ile doğduğunu anlayacağız. Ya ilkini yapıp sonsuzluğun sırrını çözeceğiz ki bu mümkün değil. Ya ikincisini yapıp ölüme sabredeceğiz ki bu en mantıklısı.

Biz ise bu ikisini de değil de bir başka yöntemle en basit yola kaçıp, felsefe vurdumduymazlığı ile her sabahın gününe doğan güneşe sadece aydınlık oldu, yeni bir gün bedbahtsızlığını göstererek geçiriyoruz günleri, çok merak ediyorum; biten günlerden sonra bu bedbahtsızlığın var edeceği azabı kim engelleyecek ey ömür!

Bu nasıl bir nefistir. Ne mezar taşından alıyor ibret, ne yanı başımızda kefene sarılan sevdiklerimizden, ne tüyler ürperten ölümlerden, ne de geçmişin tüm ispatlarından…

Bu kadar dersin sonunda bile ezbere bir yaşam ile tükenenlerin sonlarını deliler gibi merak etmekteyim ey ömür! Mahşer yerinde ki yüzsüzlüğün azabından cehenneme bile ihtiyaç kalmayacak diye korkmaktayım ey ömür! Oğlu kömür madeninde binlerce ton çamurun ve suyun altında kalarak vefat eden yorgun yüzlü, yırtık ayakkabılı babanın o mahşer yerinde ki insanlıkla yüzleşmesini, hasret ile beklemekteyim ey ömür!

Siyasi egoların kurbanı binlerce mazlumun, zulmün hışmına uğramış binlerce garibanın, ekmek derdi ile canından ve sağlığından olan yüz binlerce mazlumun, hınzırlar ile o gün yüzleşmesini beklemekteyim ey ömür!

İlahi adaletin tecelli edeceği o gün, hınzırların yüz ifadelerini merak ediyorum ey ömür! Siyasi egolu cellâtların, koltuk sevdalısı hınzırların ve de insanlığın onurunu alt üst eden mahlûkatların mahşer yerinde ki yüzleşmelerinde yaratana ne diyeceklerini merak etmekteyim ey ömür!

Ey ömür! Geçip giden sensin, tükenen ise insanlık. Bildiklerimi gördüklerim ile karşılaştırınca doğrularımdan şüpheye düşer gibi oluyorum. Yanlışa yanlış demekten korkar bir hal ile doğruyu yaşamaya çalışıyorum. Nasıl doğru yaşayabilir ki insan, yanlışa yanlış demekten korkarak? Nasıl güzel yarınlara ulaşır ki insan, olduğu bugünleri pisliğe bulaştırarak? İspatsız doğruların ve insan icadı kuralların bir bütüne hükmettiği bir zamanda, et’e nimet demekten bile aciz bir toplumun içine düştüğü berbat hali elbette normal buluyorum. Hatta daha da kötüsü olabilirdi. Kaldırım taşından, asfaltın pürüzsüzlüğüne, topuklu ayakkabıdan yaşamaya dair bütün yaşam inceliklerini düşleyen ve düşünen insanoğlunun, insanlığın yaratılışı, devamı ve sonu ile ilgili bu aşırı ilgisizliğini hayret ile karşılıyorum. İnandığını söyleyen dillerin sahibi el ve ayakların tuttuklarına ve yürüdüğü yollara şaşırıp kalmaktayım, ey ömür! Haram lokmaları helal bir eda ile takılmadan boğaza, yutabilen arsızların geldikleri hal karşısında sadece susmaktayım, ey ömür! Kimsenin arkasından değil sitemim, sadece gördüklerimi söylemekteyim. İnsanlığın yürüdüğü yol gönlüme yanlış gibi geliyor, ey ömür!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?