Aynalarını kaybetmiş kişiler
Kendi yüzlerini günahlarıyla gizlerler...
Bülent Karayel
Albert camus:
"Konuşmamak ahlaksızlıktır."der.
Fakat bilmediği bir şey vardır ki o da Camus insanlar konuştuğunda sadece doğruyu doğruyu konuşur zannediyordu ve o yüzden konuşmamak ahlaksızlıktır dedi.Hem Camus bunları söylerken henüz Eros Afrodit'in kölesiydi.Buda ve Konfüçyüs ise daha doğmamış ve Sappho öğretmenlik yapıyordu.Zeus eşi güzel olanların kocalarını savaşa göneriyordu.Ahlaksızlık Sappho ve fakirler üzerinden değil; sosyeteler ve Ti-tanlar üzerinden Ti'ye alınıyordu.
Günümüzde yaşasaydı ve sağcısı-solcusu ,sağsızı-solsuzu,imanlısı-imansızı,kulaklısı-kulaksızı,devirimcisi-devirmeyeni,aşığı-maşuğu,vatanseveri-vatana ihanet edeni....
Herkesin hadsizce konuştuğunu ;ama herkesin yalan konuştuğunu görmüş olsaydı o da elbet benim gibi:
"Gerçekleri, konuşmamak ahlaksızlıktır." derdi...
Öyle bir zamanki gözler ve kalpler bile yalan konuşuyor.
Ah-lak ,fakir bir tekerlemenin iki bacağı arasına sıkıştırılmış bir piyondu sadece, şahlar ve vezirler dünyasında....
Mekruh ve metruk bir cümleyim artık...Seviyorum,aşığım,sensiz ölürüm denilip vazgeçilen bir eşyaya açılan yalancı bir lisanım...Sonra da sensizliğe bile alışılıp alçakça yaşayan bir insanım...
Neşet Ertaş'ın ah "Yalan Dünya"sıyım.Yalanla doğup sonu Didem Madak'ın "Ah'lar Ağacı"yla bitecek olan yalandan yüzüme gülen bir dünya....Ah....Ah....
Onurlu bir marulun kanatlarında maviliklere açılsaydın bari.Oysa sen ne kuru bir ekmek ne de kuru bir soğan cücüğü kadar bile onurlu olmadın, olamadın...Nedense hep basın toplantılarında bırakılıyordu ahlak ,Olimpia dağının eteklerinde Hera'nın kucağına.Bazen de beyaz bir kağıdın memelerine bir kalemle terkediliyordu...
Şiirden de Şiiler'den de alınacak ödünç bir can kalıyordu sadece.Ve o canı almak için bir kadeh rakıya satılmış Iraklı bir genelkurmay başkanı ,
harama batmış sözcüklerle savaş açıyordu
şiire de
Şiilere de...
Önce Şii/r/ler vuruluyordu bir bir; sonra bütün Şii-r-lerin dişi çekiliyordu teker teker zoraki bir tekerleme misali...
“Sarımsak da acı; ama evde lazım bir dişi."
Şu yoğurdu nane ile birlikte sarımsaklasak da mı saklasak nane ile sarımsaklamasak da mı saklamasak. Nanesiz sarımsaklasak da mı saklamasak?
Cümlenin yetim vurgularıysa hep demokrasi ve insan haklarındaki fail meçhul bir sözcükte oluyordu....Bizi yenemezdi Corona, iflasın eşiğinde; ama bir örgütsüzlük bir Fener bir de aşk bizi yener...Beş günlük sokağa çıkma yasaklarında bir sen olsan bir de fener kazansa ve bütün programlarda Kars'a kadar ordan da Orhan Pamuk'un Postmodernist yalanlar üzerine kurulu Kar'ına kadar boş boş konuşsak ve Kar yağsa üstümüze geceden. İşte o zaman aşk ve fener kurtaracak bizi belki.
Bir yalanın ortasında kanlı bıçaklı doğmuş subliminal sorular doğuruyordu sabahları hürriyetler ve köşebaşındaki sözcüler kör doğuyordu sözcük sözcük.
Maradona mı Pele mi,
Ronaldo mu Messi mi tartışılan...
Oysa tartışılması gereken
Ronaldo mu Deniz Gezmiş mi,
Maradona mı Ahmet Kaya mı;
Yılmaz Güney mi Eva Peron mu,
Che mi Didem Madak mı??? Olmalıydı tüm spor bültenlerinde...
Lakin mitoz ve mayoz bölünme ye çoktan uğramış olacak ki onurumuz ve ahlakımız Afrika'da açlıktan ölürken çocuklar,Filistin'de ve ülkemin dört bir tarafsızlığında sadece küçük bedenler haykırıyor gerçekleri havyar sofralarından Urfa isotuyla...Ah...Ah...Ah...lak,lak....
Ve sonra hayat bize söyleyemeyeceğimiz; ama ezberletilmesi gereken bir ahlakı, iki tekerlekli bir tekerlemenin ahlaksız bacakları arasından ezberletilmeyi dayatıyor..
"Al bu takatukaları takatukacıya takatukalattırmaya götür, eğer takatukaları takatukacı takatukalatmazsa takatukaları taktukacıya takatukalattırmadan getir."