ONLAR BİZİ KONUŞUYOR

13-01-2017

Ve biz susuyoruz.

Bari birkaç kelam ile birkaç selam edelim dedik.

Açıkçası artık yazı yazmakta Everest tepesine kar olup yağmaya benzedi.

Ne geleni var ne de göreni.

Doruk hedefler ile büyütülen düşlerin değiştiremediği düşünceler karşısında yaşadığım hayal kırıklığı beraberinde çok büyük bir ruhsal bunalım var etti.

Şimdi nasıl bir başlığın ardından hangi cümleler gelmeli ki yüreğimde bir serinlik vuku bulsun diye düşünüyorum.

Ya da yazmış olduğum bu cümlelere nasıl bir başlık gelmeli ki zihni kötümserlerin, okuyacakları körelmiş vicdanlarına tükürsün.

Şimdi durum benim açımdan bu kadar derin ve ciddi olunca da yazmak eziyetten öte son nefes gibi bir hal almakta, öyle olunca doğrusu yazamıyorum.

Tabi yazmak bende bir düş, her okuyucuda var olabilecek düşünce bu düşün mutluluk verici kaynağı.

Böyle olunca da eziyet olunan yazmaya, yazmamaktan daha çok yakın oluyorum.

***

Bana göre bu bir hal’dir ve bu hali, tıp bilimi bir çeşit ruh çöküntüsü veya ruhsal bunalım olarak tanımlasa da ben durumu biraz ülkesel gidişatın, toplum üzerinde var ettiği genel suskunluk ve bıkkınlık hali olarak görüyorum.

Galiba bende artık salgının bir parçası olarak bu iklimsel şaşkınlığı ciğerlerime kadar soluyor ve iyileşme umudu olarak ta herkes gibi alışmayı umuyorum.

Çünkü kolay değil çok uzun bir sürecin biriktirdiği azlıklar, hatalar, fazlalar ve farklı farklı hamleler sonucu oluşmuş bu salgın bir durumunun ülkeden bertaraf edilmesinden söz ediyoruz.

Ha bana sorarsanız alışmak katiyen bir çözüm olarak kabul edilmez, fakat gelin görün ki bütün dinamikleri etkileyiciliğini mutlak şekilde kaybetmiş durumda.

Toplum üzerinde var olan bu salgına etki edecek hiçbir argüman kalmamış durumda.

Toplum bir çeşit güvensizlik hastalığına yakalanmış durumda ve bu hastalığın tepkilerimi olarak ta vurdumduymaz bir tavır sergilemektedir.

Bu tavrın da toplum da bir karşılığı var; toplum bu tavrı birilerini cezalandırıyorum psikolojisi ile iyice artırmaktadır.

***

Öncelikle şunu açık belirtmeliyim, toplum bu konu ile ilgili kesinlikle haksız değil, siyasetin onlara yönelik tavrına karşılık gelişen bu vurdumduymaz toplum tavrı bana göre bir savunma mekanizması refleksi olarak kabul edilmelidir.

Çünkü toplum gelişen durumların yoğunluğu, güvensizliği, karışıklığı ve samimiyetsizliği konusunda ciddi bir güven kaybına uğramıştır.

Bir kere uzun bir süreden beri şeffaflık ile alakalı ciddi gerileme yaşayan kurum, kuruluş ve kişilerin toplum fikri ve zikri önünde var ettiği manzara korku vericidir.

Bir insan çocuğu ile tartışınca bile ortada bir onur kaybına müsaade etmemekte özen gösterirken, birbirlerini ağza alınmayacak tabirler ile eleştirilenlerin yan yana geldiklerinde, hiçbir şey olmamış gibi farklı tavır takınmaları bile toplumun şaşkınlığının ve şu anki hazin ve çıkmaz halinin bir gerekçesi olarak kabul edilmelidir.

Ayıp vallahi billahi ayıp!

***

Toplum var olan durumun geldiği bu nokta dolayısıyla şaşkındır, kızgındır ve doğrusu benim gözlemlediğim kadarıyla ne yazık ki çıkış yolunu bulma konusunda da çokça yetersizdir.

Şimdi asıl önemli husus ise toplum kendisi ile alakalı gelişen bu durumun hem muhatabı olacaktır, hem etkileneni olacaktır hem de bu durum bir mağdur var edecekse bu kişi toplumun tabiri caizse garibanları olacaktır. 

İşte üzüntü verici durum da budur.

Bu yüzden toplum ilk günden kendi kaderini kendisinden olanlara yazdırmamalıydı.

Yani benim tabirimle işçisiz patron mu olur demeli ve kendi varlığının önemlilik arz eden derecesini kırmızıçizgi ile belirtmeliydi.

Maalesef artık gelişmenin de çok uzağında sonuç bölümündeyiz ve maalesef toplum hala başlığa takılı kalmış.

***

Son olarak şunu demeliyim ki toplumun tavrı haksızca değildir ama bu tavır bu topluma ne kazandırır ve ne kaybettirir oda görünmekte ve pek iç açıcı değildir.

Sanırım toplum oldukça ve yeterince sustu. O kadar çok sustu ki artık konuşsa da duyan olmayacak.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?