ROMATİZMA MERHEMİ

25-10-2019

Âdem, içinde başlayan telaş ile fırının önüne vardığında, fırının içinde ki telaşı gördü. Açlığı dinmiş, neden telaş yaptığını unutmuştu. Pidenin kokusu, onu suçüstü yakalamış, ensesinden tutuvermiş, hareketsiz bırakmıştı. Fırının içinde beş kişi çalışıyordu. Çalışanlardan biri, ekmekleri pişirmek ile görevliydi, sıcaktan kıpkırmızı kesilen elleri ile sımsıkı kavramıştı, tahta küreği. Kısa duraksamalarla içeriye aktardığı ekmekleri içeriye bıraktığı gibi, pişen ekmekleri dışarı çıkarıyordu. Dışarı çıkardığı ekmekleri önünde duran koca bir tahta tezgâhın üstüne, gelişi güzel bırakıyordu. Tahta tezgâhın üstünde yığılan ekmekleri, karşılıklı duran iki genç erkek, fırçalarla undan arındırıp önlerine diziyordu. Ekmekten kopan unlar tutunacak başka bir yer buluncaya dek, havada kontrolsüz bir yolculuğa başlıyordu. Diğer iki kişi de hamur yoğuruyor, top ediyor, açıyor ve ustaya yakın yerde biriktiriyorlardı. Fırından çıkan ekmeklerin kokusu uzun caddeyi baştanbaşa sarıyordu. Küreğin üstünde ekmek görmeye alışıldığı vakit, bazen de kürek üstünde etrafı kararmış bir tepsi ile dışarı çıkarılıyordu. Dışarı çıkartılan tepsilerin içinde domates ile etin sarılışı, âşıkları bile kıskandırırdı. Usta, tepsinin içine şöyle bir göz atar ve genç çocuklara ‘’ görüyor musunuz domates ete nasıl sarılmış diye’’ espri yapardı, bunu derken akşam yorgunluktan sırt dönüp sarılmadığı karısını hatırlardı. Usta iki nefeslik dalmaya niyetlenmişken, kaldırımda duran Âdem’i gördü. Âdem de ustanın ona baktığını fark etti. Fark eder etmez de hareket etti. Camdan müşteriler için açık bırakılan kısma yaklaştı, ustanın gözleri üstünde, selam verdi adettendir diye, karşılık geldi içlerinde kim olduğu anlaşılamayan birinden. Yarım pide alabilir miyim, dedi. Usta yarım pide için miydi o bakışlar diye de içerledi. Tezgâhta duran gençlerden biri, önünde sapı hamura bulanmış bıçak ile seçmeden aldığı bir pideyi,  saniyelik bir bakış ile ikiye böldü. Bir yarısını, gazete kâğıdının içine koyup Âdem’e uzattı. Âdem, fiyatını sormadığı pide için, yeteceğini düşündüğü miktarda bir para uzattı, genç parayı konuşmadan aldı. Âdem, gitmeye niyetlenmişken de birkaç bozukluğu paranın üstü olarak uzattı.
Sıcak pideyi ellerinin arasına alan âdem, Zihninde fırının içinde ki telaş ile caddede yürümeye başladı. Ekmeğin sıcaklığı ona açlığını hatırlatmıştı. Ekmeği yiyor, yediği ekmeğin ununun geldiği yeri, ekmeğe un olan buğday tanesinin yeşerdiği toprağı merak ediyordu. Caddede ilerleyen arabaların, ne dedikleri belirsiz kornaları yükseliyordu. Yere atılmış sigara izmaritlerinde soğuyan dudak izleri duruyor ve konacak yer bulamayan serçelerin şaşkın hali kimseye garip gelmiyordu. Âdem, caddeyi döndüğü vakit, köşe başında duran kuyumcunun camekânından bir anda parlayan altınlardan sebep, hazine bulmuş hissine kapıldı. Duraksadı, camekâna baktı. Camekânın sağına oturmuş halde, binanın kolonuna sırt dayamış kadını o zaman fark etti. Küçük bir tereddütten sonra da kadını tanıdığını anladı. Köylerinde çobanlık yapmış, çobanın karısıydı. Bir yıl önce köyden ayrılmışlardı. Ayrılıklarından kısa bir süre sonra da köyde, kocasının öldüğü haberi duyulmuştu. Köyde çobanlık yapan birinin ölümü için üzülen ninesini tuhaf bulduğunu da ‘’kendine kızarak’’ hatırlamıştı. Kadının önünde, üstü bomboş kadife mavi bir bez seriliydi. Yan tarafında, diğer yarısını kimin yediği muğlak, yarım bir kavun vardı. Kavunun dibinde gazete kâğıdının içinde bir pide ekmeği vardı. Ekmeğin üstünde de bir domates kesilmeyi bekler gibi duruyordu. Kavunun içinde ki suları emmek ile meşgul onlarca karasinek harıl harıl çalışıyorlardı. Kadın sağ eli ile altına kıvıramadığı ayağının dizini ovuyordu, bunu durmadan yapıyordu. Düzeltemediği kambur sırtı, başını aşağı salıyordu ve o yere bakılı kalan gözleri için hiç şikâyetçi görünmüyordu. Tanıdığı bir insanın dilenmesi, Âdem’e kendini suçluymuş gibi hissettiriyordu ve âdem boğazında takılı kalan ekmeği yutkunamıyordu. Gitmek ile kalmak arasında kalmış, sürükleniyorken, üstünde ‘’ZABITA’’ yazan bir araç, park edilmez yazan bir levhanın yanına park etti. Aracın içinden, elbiselerinde fosforlu yazılar ile aracın üstünde ki yazıdan yazan dört erkek indi. İner inmez de gidecekleri yönden emin bir şekilde kadına doğru yürüdü hepsi. Kadın yanında biten beylerin, kim olduğunu parlak rugan ayakkabılarından anlamıştı. İçlerinden biri daha önce de dediğini hatırlatır bir rahatsızlıkla ‘’ hadi kalk, dedi.’’ Kadın ayağa kalkmak için bir çaba içine girdi. Bunu yeterince hızlı bulmayan içlerinden biri, elinden tutup hızlı kalkması için destekledi. Ayağa kalkan kadın, onların eşliğinde, araca doğru ilerledi. Adamlardan biri önden hızlanıp, arka kapıyı açtı. Aracın arkasında; yedek bir lastik, altına yağ sızdırmış bir kriko, yangın tüpü ve birkaç ıvır zıvır daha. Kadın, yedek lastiğin yanına oturdu, dirseğini krikoya dayadı. Arkasında kalan yangın tüpüne dayadı sırtını. Kapatılan kapı onu görünmez kılar kılmaz, hatırlanmaz olmuştu. Karısına yüzük almak için camekânın önüne yüzüklere bakmak için dönen zabıta hakkında konuşuyordu diğer üç zabıta. Yaptığının kılıbıklık olup olmadığı konusunda tartışıyorlardı. Tartışma sonuçlanmaya yakın, kuyumcudan üzerinde küçük kalpler olan bir kutucuk ile dışarı çıkan zabıta, aracın yanına vardığında, diğer zabıtalar, alınmış yüzük için hayırlı olsun dedikten sonra bindiler arabaya ve uzaklaştılar.
Âdem, kadını fark ettiği yerde, bir heykel gibi sabit bekliyordu. Yere serili mavi renkli kadife beze,  yarısını kimin yediği belirsiz yarım kavunun üstünde uçuşan karasineklere, gazete sayfasının içinde duran pide ekmeğine ve kesilmeyi bekler gibi duran domatese bakıyordu. Gözleri, duvarın dibinde ağzı açık halde duran romatizma merheminin kapağını arıyordu.

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?