SEÇİM ÜZERİNE 2…

30-10-2015

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne ülkenin uzun sürelere yayılmış, siyasi ve ekonomik bir istikrar yaşayamadığı bildiğim ve değişmesini ısrarla dilediğim bir eksiklikti.

Özellikle olumluya yönelik değişimlerin tümünden sonra ülke de siyasetin bir yerden sonra işlenmez hale geldiği ve ya aslında görünenin aksi yönde bir seyir izlediğini görürüz.

Zaten açık ve net bir şekilde görülecektir ki Türkiye de siyasetin şeffaflık ve hesap verilebilirlik konusunda ciddi sıkıntıları vardır.

Bu yüzden de ülke tarihinin bir bölümüne ciddi etki eden siyasi partiler bile tabanlarını koruma ve başarılarını uzun zamana yayma konusunda, başarılı olamamışlardır.

Bir tek Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili böyle bir istisnadan söz edilse de onların da ülkenin siyaseti açısından kalıcı başarısının tartışılması gerekilen bir konu olduğu göz ardı edilmemelidir.

Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi ülkenin siyaset tarihindeki başarısından daha çok, siyasi arenada kalıcılığını, Atatürk’ün partisi olma özelliği ile bugünlere taşıyabilmiş ve bu kalıcılığın da bana göre en büyük sebebi bu özelliği olmuştur.

Geriye kalan siyaset tarihinin siyasi partilerine bakıldığı vakit görülecektir ki; gayet açık bir şekilde fark edilebilecek kısır bir döngünün içerisinde, seslenen ve seslendirilen siyasetçilerin ve siyasi kesimlerin varlığı ile karşı karşıya kalınmıştır.

Hal böyle olunca demokrasi dediğimiz unsurun dinamiklerinde olumsuza yönelik kopuklar yaşanmış, bu kopukluklardan kaynaklı gerilemeler yaşanmıştır.

Tabi bu siyaset unsurunun bu denli statükocu bir çizgi izlediği bir ortamda, ileri bir demokrasi umudu beklenemez.

Çünkü ileri demokrasi ve insan haklarının devlet sistemlerinde temellenmesinin en birincil ve olmazsa olmaz şartı sağlıklı bir siyasetin varlığı ile mümkündür.

Bununda kaynağı elbette üreten ve yenilenen siyasi partilerinde varlığıdır.

Yani özetle zincirleme bir ilişki ile parlamenter sistemin ileri demokrasisini siyaset oluşturur. Siyasetin de yürüyebilirliğini siyasi partiler belirler.

Siyasi partilerde ki aksamalar ve demokrasinin tersi yönünde ki bütün gelişmeler, bu zincirin halkalarına zarar verir.

İşte bundan ötürüdür ki geldiğimiz nokta ülke siyasetinde bir koalisyonun kurulmasına bile müsaade etmemiştir.

Bundan çıkarılması gerekilen çok ciddi dersler vardır.

Tabi bu dersleri çıkarması gerekenler çoğunlukla bu siyasi partilerin üyeleri ve liderleri olsa da görünen manzaraya bakıldığında bunun olmayacağı aşikârdır.

Onların kurulmayan bir koalisyondan yani hükümet ortaklığından çıkardıkları derslere bakıldığında, genellikle bir sonraki seçim vaatleri ile meşgul olduklarını ve çocuklar gibi birbirlerini suçlayıcı tavırlar sergilediğini görüyoruz.

Bununla beraber ülke de klişeleşmiş siyasi yüzlerin dışında, geride kalan siyasi oluşumlara ve şahıslara da halkın pek şans vermediğini düşünürsek işler biraz daha zorlaşmakta ve adeta siyasetin statükocu gidişatı halk tarafından bu şekilde beslenmektedir.

Ne yazık ki bu şekilde süre gelen bir siyaset tarihinin varlığı ile karşı karşıyayız.

Halk ya bu parti, ya hiç demiş, hiç dediği vakit yolcu edip partiyi, yerin dibine gömmüş, bu dediği vakit ise ısrarla partinin yanlışlarını görmemezlikten gelmiş.

Halkın bu tavrını demokrat partinin iktidarında net görebiliriz. Israrın sonuncunda bunalıma giren ülke en sonunda parti liderlerinin tanımlanamayan bir suç ile idam edilmeleri gibi ülkeye ileri olumsuzluklar yaşatmıştır.

Yine Anavatan Partisine verilen destekte bu şekilde sürmüş ve halk ülke bunalımını ya da başka bir değiş ile muhalefetin huzursuzluğunu göz ardı ederek ısrarcı davranıp, partinin tabanın zerresi yok oluncaya kadar partili olmakta ısrar etmiştir.

Rahmetli Necmettin Erbakan Hocanın da aldığı destek ve en son geldiği hal bundan farklı değildir.

Bir de halkın kronik hastalıklarından bir tanesi de liderlerin umulmadık çıkışları ve ya zamanın da çok sevinilen başarılarını sandıklara yansıtarak onları bir anda parlatmak olmuştur.

Rahmetli Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisindeki ilk başarısını saymazsak sonra ki aldığı desteklerin çoğu bu şekilde olmuştur.

Şimdi ki cumhurbaşkanının da Davos çıkışı halkın sandığa yansıttığı davranışlara örnek olarak gösterilebilir.

Yani halkın seçim ile ilgili duygusal tavrı göz ardı edilmemelidir.

Bir bakma milli takımı Avrupa şampiyonu yapan hoca, şampiyonanın hemen sonrasında parti kursa iktidar olacakmış gibi aşırı bir duygusallık taşımaktayız, bu da son derece yanlış bir tutumdur.

Sevgili okurlar;

Seçimi kazanan hangi parti olursa olsun, muhatap toplumun tümü olacağından, bütün toplum istekleri ve değerleri düşünülmeden, kalıcı bir siyasi başarı yakalamak mümkün değildir.

Siyasi partilerin devlet yapılarında kurumsallaşmasından vazgeçilmeli, aksi yönde bütün tavırlar devlet adına büyük bir gerileme yaşatır ve bu kabul edilir değildir.

Halkın devlet işleyişinde, duygusal bir tavır ile o olmazsa olmaz diyeceği yüzler ve şahıslar var etmeye çalışması, fanteziden öte hiçbir anlam ifade etmeyecektir bunda ısrarcı olmak gereksizdir. Ve son olarak; Ülkenin geldiği nokta hafife alınmamalıdır.

Seçimin sonucu ciddi şekilde önemsenmeli ve seçimin sonucuna yönelik gelişebilecek bütün faktörler iyi analiz edilerek tercihler yapılmalı ve mutlaka ama mutlaka, bu ülke de yaşayan bir bireyin taşıması gereken sorumluluğun bir gereği olarak sandığa gidilmeli ve tercihler belirtilmelidir.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?