SİZE SESLENİYORUM!

01-09-2015

Allah'ın aşkına, Peygamberin hatırına, her neye inanıyorsanız onun uğruna, sakinleşin artık, durulun artık, dilinize hakim olun, ellerinizi canlardan çekin artık…

Her gün yitirilen canları, görmekten bezdi canlar. Yürekler yanar, yaralar kanar, analar ağlar, sebepsiz yitirilir evlatlar.

Halkların birbirlerinin dillerine ve değerlerine nefretini büyüten bu tehlikeli sürecin, mutlaka sonlandırılması gerekiyor.

Bakınız, yanı başımızda ibretlik manzaralar, savaşın çocukları var. Savaş, bir bebeğin ağlamasına aldırmayanların zihniyeti ile dünyayı değiştirme çabası değil midir?

Hangi aptal inanabilir, bebeklerin yaşam haklarına saygı duyulmayan bir değişimin dünyaya ve ülkemize barışı getireceğine?

Bir bebeğin ağlamasına aldırmadan yaşamaya hanginiz, hangimiz dayanabiliriz?

Savaş, paramparça olan cesetlerin kokuları içerisinde sürülen hayatların ödediği bedel ile dünya güzelleştireceğiz diyebilenlerin zihniyetidir. Bunun mümkünü yoktur.

Buna hangimiz rıza gösterebiliriz? Yüz yaşındaki bir dedemizin vefatına bile alışmak, kırk gün sürerken, söyler misiniz sebepsiz ölen yavruların ölümlerini nasıl sindirip, huzur ortamını var edebiliriz?

***

Barışları, savaşlar sağlamaz, özgürlüklerin kaynağı da ölüm değildir.  Ölümlerin var ettiği bir savaşın sonucu da mezarlık tadında bir dünyadır. Görüyorsunuz işte, yanı başınızda Suriye, Arap baharı adı altında başlayan halk mücadelesi, bir anda dış güçlerin menfaatlerine yönelik politikaları ile bir ölüm sahasına döndü.

Dünya tarihinde eşi zor görülür bir katliam sahası oluştu. Sonu ölümle biten umutsuz göçüşler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bazı devletlerin mültecilere ait botları batırdıklarını çoğumuz haberlerden izleyip duruyoruz.

Ülkemizdeki Suriyeli mülteci sayısının bazı şehirlerde, yerel nüfusu geçtiği haberlerini okuyoruz.

Bu mültecilerinin birçoğunun ahlaksız işlerde çalışmaya mecbur kaldığını veya çaresizce çalışmak zorunda kaldığını duyuyoruz.

Ekonomimizin ciddi şekilde mülteci akınından sonra duraklamaya başladığını, ev kiralarının inanılmaz derecede arttığını, iş konusunda ciddi sıkıntılar yaşandığını bilmeyenimiz yok. Buna rağmen bu olanlardan ne bir ders çıkarıyoruz ne de ibret alıyoruz.

Anlamıyorum, nereden geliyor bu öz güven. Herkesin bildiği bir şeyi bilmediğimden şüphelenmeye başlıyorum. İnsanların bu kadar rahat ve şovenist takılabilmelerini hayretle izliyorum.

Sanki dünyada ki devletlerin halklara genel yaklaşımından farklı olarak, ülkemizdeki halklara mülteci olmayacağına dair uluslar arası bir güvence verilmiş. Ya da bu ülkede insanlar, geçmişten bugüne kötü huylar edinmiş.

Bu yüzden durum ne olursa olsun hep aynı tavrı sergiliyorlar.

***

Ölen ölümü ancak ölüm ona gelinceye kadar konuşur. Ölüm gelir, kişi susar, dünya dönmeye devam eder, sistem büyür, siyasiler konuşur, meclis toplanır, yemekler yenir, düğünler yapılmaya devam edilir, en son model arabalarda çıkar, kırmızı plakalarda dağıtılır, paralarda hesaplara aktarılmaya devam edilir, ölen hala ölü kalır.

Mezarın üzeri kurur, bayramdan bayrama ziyaret edilir, kimi zaman ölünün, haksız veya haklı yere öldüğü konuşulur, ölmüşün anası ağlar, babası ağlar, kardeşi ağlar, ölü kabir azabı varsa yaşar ve maaşlarını yetmediğini dile getirmeye devam eden vekiller hala olur, ev yapalım üç gün konuşup susarlar diyenlerde konuşmaya devam eder ve ölü hala ölü kalır…

İnsan, Bir kere ölür,  çoğu şeyi de bir kere yaşar. Ve bu bir kerelik serüvenlerin sonuçlarında Dönüşü olmayan yollara girenler, yolların sonundan sorumludurlar.

***

İşte bu yüzden; ben, sağduyu diyorum. Bütün olumsuz tabloya rağmen, siyasi ayrılıklara rağmen, halkların kardeşliğinde ısrar edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sistem bazen siyasilerce işlemez hale getirilebilir. Tam da böyle zamanlarda seçmenler, seçilmişlerin batırdıkları ve işlemez hale getirdikleri toplumsal olguları, temizleme ve işler kılma özverisi ile yükümlüdürler. İşte tam şu an bu ülke, o özveriye şiddetle ihtiyaç duymaktadır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?