SON KURŞUN/AŞKIN SON ELÇİSİ TAHİR

29-11-2017

Gecenin en karanlık saatleri ve durmadan yağmur yağıyordu, karanlığı/kabuk bağlamış yarayı daha da karartırcasına/kanatırcasına dişlerini gıcırdata gıcırdata...
Bir milim bile yağmursuz nefes aldırmadan bereket huzur mutluluk yerine kim ve nefret yağıyordu gökten çünkü bu topraklarda YAĞMURLAR DA KÜSMÜŞTÜ ve üşümüştü tıpkı kuşlar gibi...
Her yeri gri bir insafsızlık/insansızlık çamuruna bulanmış ilerlemek önünü görmek için köpek olmak gerekiyordu sadece. 
Sisler yüreğe çökmüş gözler sözleşmiş sis/z/lerle ihanete perde perde son kurşun oluyordu Dört ayaklı minarenin başucuna...
Takım elbiseli bıyıkları daha yeni terlemiş yürekleri nasırlaşmış iki adam; ellerinde fenerlerle aydınlattıkları mezarlığa doğru bağıra çağıra salyalı, sümüklü bir şekilde "çabuk daha çabuk daha çabuk " diyerek telaşla ilerliyorlardı köpek gibi aç ve sırılsıklam...
 Mazbut, gariban bir kaç kuruşa köle olmaya hazır ve nazır eve ekmek götürme derdinde olan zayıf, ince, esmer yakışıklısı dünyanın yükünü omuzlamış ya da yutmuş,    

 bir baston misali duran Bostonlu Orhan ve her gülümseyişinin ardında bir kara hayat gizlemiş;
ağzından kan koşarcasına küfür dökülen şehrin espri yadigarı ve gönüllerin canavarı göbekli Yaşar  habire kazma kürek
Bal-badem,bıyık-yürek 
Kendi kendilerine hırlaşarak çalışıyorlardı. Yaşar hınzır bir gülümsemeyle
 "Abey ne arıyoruğ" diye sorunca kravatlı ve hafif süvari adam 
"sus lan köpek,işine bak;sana ne lan sen, paranı alıp gideceksin" dedikten sonra  ağzının üstüne dişlerini kırıp ağzından kan  tükürtürcesine  en esaslısından bir kürek vurdu ve   Köpekleşe köpekleşe hırlamaya başladı.  
Bir kenarda seyre dalmış papaz kılıklı herif 
"sakin ol lanet olası dostum"     deyip Yaşar’a dönerek
" Yaşarcim canım yorma kafanı sen işine bak" diyerek gerilmiş ortamın daha da gerilmesini önledi...
Orhan ve Yaşar'ın kafasında neler neler koşturuyor ne şeytanlıklar cirit atıyordu: kimdi bu Tahir, neyin Elçisiydi,ne işimiz vardı bu mezarlıkta,bunlar ne arıyordu,bu adam kıl-ıklılar kimdi, para mı hazine mi faili meçhul bir cinayet mi tarihi eser mi, neydi bu mezarlığın sırrı? Acaba hazineyi bulunca bunları öldürüp zenginliğe mi kaçsak gibi gibi dur durak bilmeyen sorular sorular ve gitgide artan bir merak bir heyecan derken kürek ve kazmalar sanki hedefe varmış gibi 
" patttt  "  diye bir ses çıkardı... 
Bir şeylere ulaşılmış, herkesin yüzünde bir gülümse ve 
"işte bu "
diye sevinen iki adam...
"Yavaş  yavaş açın" diye bağırdı köpekleşenin tarihini yazan adam. 
Mezarı açtıklarında mezarın içinde bir ceset bir de bir kutu buldular. 
Kutunun üstünü temizleyip dikkatlice açtılar. 
Mezarın içindeki manzaraya, kutunun boş ve içinde sadece kâğıda birkaç sözcükler çıkmasına Orhan ve Yaşar şaşırmış 
 hatta korkmuşlardı.
 Adamlar ise Firavun definelerini bulmuş gibi sevinmişlerdi. 
Orhan: "Gardaşım bu boş ama; anlamadım siz neden sevinirsiniz?"  
Adamlar aynı anda :"Biz aradığımızı bulduk. "
Yaşar: "Siz ne arısınız ki" diye loop sazanca bir atlamayla sordu.
Adamlar:
"Biz sözcükler arıyoruz ve sanırım bulduk aradığımızı" Orhan: "Yaşar dinim imanım bunlar kafayı yemiş o kadar parayı bize sözcük bulmak için mi verdiler "diye kendi kendine mırıldanmaya başladı...
Ve sözcükleri bir araya getirdiler dört ayaküstüne, dört minarenin başucuna kimsenin gidemeyeceği göremeyeceği bir şekilde görmek isteyenlerin gidip görmesi için...
Şunlar yazıyordu dört minareli caminin kalbinde... Zühre’ye sevdalı Tahir son Elçilik görevini yaparken ve son kurşunu yerken sol yanından Pir Sultan gibi kurşun sıkana baktı; lakin üzülmedi, gülümsedi  "dostun attığı gül yaraladı beni" demedi en azından kurşunu sıkan dost değildi ve attığı gül değildi SON KURŞUN dostlarına değil kendisine gelmişti elinin sol yanına koyup Nazım Hikmet'in şiirini mırıldanmaya başladı,
Şiir gibi yaşamış ve şiir gibi ölmeliydi zira...
 "Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da 
Hatta sevda yüzünden ölmek de 
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte" 
Ve kendinden bir kaç sözcüğü de mektup eyleyip kara trene veriyordu adeta ıslık çalmaların eşliğinde dosta gönderilmek üzere
 "yani bütün mesele sevebilmekte
Sevdayla insana düşebilmekte 
Insan olabilmekte 
Aşık olabilmekte" diyerek mırıldanırken
Son nefesinde ağzından çıkan son mezarlık güleriydi bu SON KURŞUN olsun diye...
Dört ayak üstüne 
Durdum kıyama 
Dörtnala koşarken sana 
Kahpelik fukaraları 
Yemin ettiler 
Dört ayaküstüne diz çöktürmeye
Oysa dimdik hala ayaktayım 
Dört ayak üstüne
Ve bekliyorum  
Celladın yüzüne tükürmeye
Ağlamalar bıraktım sana 
Karacadağ’a haber salmaya
Turnalara haber yollamaya sevgilinin gözlerine 
Sevginin
Sevgilinin yüzünü solduranın ömrünü yolmaya...
Ve elçi olmaktı tek sözcük, yarınlara adanan bir karanlık mezar içinde adam gibi kokmaktı kefenin beyazında.
Şiirlere sarılmış yatan bir gelecekti sadece unutulmayan ve unutulmayacak… Son kurşundu son Elçiydi Tahir Aşka....

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?