SOYTARI ÇOCUKLUĞUM

07-09-2018

Ben bir soytarıyım.

Kırmızı göbekli, kırmızı donlu, kırmızı papuçlu ve kırmızı burunlu.

Çocukluğum kiraz ağacında yırtılan gömlekle başlasın isterdim her zaman en soytarıcasından; oysa ne bir kiraz ağacım oldu ne de bir gömleğim.

Bilyelerim de vardı topaçlarım da hem de en sempatik olanlarından...

Aşka topaç çevirir, gözlerine bahis açar, gözlerinin gölgesinde bilye oynardım...

Bağcıksız ayakkabılarla gezerdim, sarı çizmelerle gezen ayaklarımı hayal ederdim hep.

Daha en büyük fantezimin sarı çizme ile çamurlu sularda gezme olduğu epey erken/irgen çocukluk dönemlerindeydim.

Sokaklarda herkesin açlıktan ve fakirlikten kurumuş götü boklu gezdiği, sus pus olduğu, aman zaman kötü dediği, erken öten horozun kesildiği.

2501.

Yüzyıl dedikleri, o kadar modern ki erkeklerin kıçlarındaki gazdan mavi ateşler çıkardığı kadınların gözlerinden şamataizm döküldüğü en modern dönemlerdeydik.

Fakat hala şairlerin çocuklarının gözleri önünde çocuksuzca idam edildiği, yazarların babalarının kollarında babasızca babasızlığa vurulduğu vakitlerdi.

Bir varmış bir yokmuş diye başlanan fakat zalim padişahın iyi kalpli, çıplak kralın on kat elbise giyip sıcaktan öldüğü amerikan bezi kullandığım tutturamamazlık zamanlarıydı...

Küçük su birikintilerinde yüzme öğrenir Hasankeyf'in azgın sularında boğulmaya çalışırdım.

Pastanelerde filmler izlerdim ceketimi yağmurlara asar, dünyaya sataşırdım Ahmet abiden öğrenmiştik ya.

Trabzon ayakkabılarının Trabzon’da üretildiğini ama Trabzon’un neresi olduğunu henüz bilmiyordum...

Sonra biri geldi hayallerimin ortasına bağdaş kurdu ve pis pis gülüşüyle dünya durdu; o oturdu.

Biz benken sadece, biz ikimiz bir olduk bu sefer.

Birliğe vurulduk benliğe döndük hep.

Kendi eksenimizde döndük durduk, dayanamadık okeye döndük; oysa okey çoktan bizi dışarı etmişti bile.

Biz hep üç kişi olmak istiyorduk.

Üç kişi olunca da hep terk edilen nedense ben oluyordum nedensizce…

Peki, neden ne sizce?

Düşüncelerim ağlıyordu gülüşlerim tek tek ölüyordu.

Mevsim sonbahara üşüyordu.

Ağaçlar, mutluluğa tekne turu düzenliyordu.

Filmler izleyip Brucella hareketleri yapan arkadaşımdan her gün dayak yiyordum.

Bense o kadar dar akıllıyım ki Cüneyt Arkın izleyip onu taklit ederken hep düşüyordum nazist duygularımın narsist bahçelerine.

Biz açtık susuzduk ama mutluyduk.

Hayat kısaydı,papatyalar  da mutluydu özgürlüğün kollarında. 

Aşk bir kadının kollarında ölü doğuyordu her gün. 

Kuşlar sokağından tramvaylar geçiyordu...

Sonra sonra kuşlar uçuyordu ve hayat da çok kısaydı zaten.

Bir adam evinden çıkıyordu, çocuklarını son kez öpüyor; ama sanki ilk defa öpüyormuş sıcaklığında.

Eşiyle vedalaşıyordu bin yıllardır sanki eline sarılmamış kollarıyla.

Evde farklı bir hava sanki bu son veda, son öpücük.

Küçük şımarık kız ise her türlü şirinliği yapıyordu babasını gidişini engellemek için.

Fayda etmeyince en çirkin ve en yüksek sesle bağıra bağıra ağlıyordu, baba işe gitme diye... Arkasından ağlarken annesi zorla tutuyordu çocuğu.

Arkasından eşi ve üç çocuğu bakıyorlar gülümseyerek son bakış olduğunu bilmeden bu son gidişi. Gözlüklü hafif göbekli adam arabayı açtı, çantasını yana bıraktı, kontağı taktı ve çevirdi...

Boommmmmmmmmmm.

Ve bütün  çocukluğum  bommmmmmmmmmmmm......

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?