ÜNİVERSİTELİ İŞSİZLER

20-09-2018

Güncel bir meseleyle merhabalar sayın okurlarım;

Evet, konumuz çarşıda, pazarda hemen her yerde karşılaştığımız üniversiteli işsizler.

Şu an bu takıma dahil olan biri olarak değinmek istedim.

Geçen günlerde karşılaştığım bir turşucu kardeşimin elektrik elektronik mühendisliği mezunu olması, lunaparkta oyuncakların başında süre tutan abinin matematik öğretmenliği mezunu olması ve daha nicesi.

Nicesi diyorum çünkü bunlar sadece hasbel kader şahit olduklarım.

Hem şu da bir gerçek ki herkes bildiği işi yapmak ister.

Eğitimini gördüğü alanda istihdam edilmek…

Ancak bir başka ülkede örneği var mıdır bilmiyorum ama ülkemiz bu konuda sınıfta kalıyor.

Yani etraf okuduğu bölümle alakasız işlerde çalışanlarla dolu.

Buda liyakatsiz insan demek.

Bir işi düzgün yapamamak elbette beraberinde toplumsal sancıları getiriyor.

Tarihin tozlu raflarını karıştıracak olursak liyakatsiz iş alımının en yoğun olduğu dönemler 19.yy Osman Devleti Aliyye’nin çöküş devrine rast geliyor.

Daha eskilere gidersek Hulefa-i Raşidin döneminde Hz. Osman’ın şehit edilme ve iç karışıklıklarının günümüze bakan en meşhur yanı yine liyakatsiz insanların iş yapmaları gösterilir.

Bunlar tesadüf değil değerli okurlar.

Koskoca bir nesli bunalıma sokmaya da gerek yok. Yeni maarif bakanımız ve açıklamaları elbette umut veriyor.

Ama önümüzde yadsınamaz bir gerçekliğiyle ‘üniversiteli işsizlik’ duruyor.

Bu ülkenin teminatı, geleceği ve umudu gençlerse şayet…

Bu gençlerin sağlam bir ruh ve kişilikte olmaları gerekmez mi?

Ama gelin görün ki yıllarca üniversite kapılarında çeşitli zorluklar çeken gerek maddi gerek manevi…

Tek hayali çilesini verdiği, bedelini ödediği alanda meşgul olmak isteyen gençlerin yüzüne kapıların kapanması onları devasa bir boşluğa sürüklüyor.

Düşün ki tutunacak bir dalınız elinizde kırılıyor.

Olayın bir de maddi yönü var ki ona değinmedim bile..

Sonra bu gençler neden boşlukta?

Neden bunalımda?

Neden yüzleri gülmüyor?

Neden sosyal medya batağından debeleniyor?

Çünkü üretmiyor.

Kazanmıyor.

Emeğiyle bir yerlere gelememenin sancısıyla kıvranıyor.

Nasıl gülsün yüzleri efendim demekten alamıyor insan kendini. Gençlik enerjisini ülkesine değil de farklı mecralarda harcıyor.

Her iki taraf için de ziyan.

Peki ne olacak?

Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Prf. Dr. Ziya Selçuk “insan temelli bir eğitim anlayışı kuracağız. Temel kavramımız adalet olacak” dedi.

Bu umut verici yaklaşım sevindirdi.

İhtiyacımız olan tam da bu.

Birey temelli yaklaşım ile topyekun bir eğitimden kısacası çocuklarımızı at yarışı görme hastalığından sıyrılacağız.

Ben inanıyorum.

Sizde inanın.

Umudumuz baki olsun.

Hoşkakanılız...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?