YAZIKTIR!

26-05-2015

Yerin göğe küskün olduğu bir zamandı. Yeryüzünü felsefi fikir açısından taşlardan oyma ruhsuzların olmayan beyinleri idare ediyordu.

Adalet zengin olanların, güçlü olanların bir de belki olumlu yönden bakılabilecek tek seçenek olan yaşlı olanların belirlediği hukuki sözler ile sağlanmaya çalışılıyordu.

Tabiat olaylarından çıkarılan uyduruk adetler ile hayat dizayn ediliyordu.

İnsanlık erkeklik üzerine temellenmiş, kadın denilen cinsiyet erkekliğin devamı için bir araç olmaktan öteye gidemiyordu. Belki de günümüzün kadın erkek sosyal çatışmasının işaret ettiği ve de benzemeye çalıştığı o dönemdir.

Tabi o dönemde bu eşitsizlik kız çocuklarını diri diri gömme vahşetine kadar ulaşabiliyordu. Çünkü âlemi idare edecek olan bütün tebliğ vazifeli peygamberler çok ciddi eziyetler yaşamış, Allah’ın emrettiği bütün emirler insanların nefislerine göre şekillenmişti.

Durum böyle olunca insanlık adeta fetret devrini yaşıyordu. Zebur, İncil ve Tevrat’ın yaşadığı talihsizlikleri yaşamayacak olan bir kitap ve bir tebliğ vazifeli peygamber için Allah nefislerin doymasını bekliyordu.

Bunu yaparken de resulü tebliğ vazifeli kılacağı dünya da yaşadığı toplum içerisinde el emin olarak büyütmüş ve 610 yılının Ramazan ayı, Kadir Gecesinde resulüne ikra “oku” diyerek kuranın ilk ayetinin ilk lafzını müjdelemiştir.

Bu müjde aynı zamanda Muhammed (s.a.s)’e peygamberlik müjdesidir ve bu müjde insanlığa milat olmuştur. Ezilen halkın, dışlanan kadının, toplumu saran kötü adetlerin, israfın, yalanın, zinanın, yolsuzluğun, hırsızlığın kısacası toplum adına kötü ve bütün olumsuz yönlerin üzerine bir iyilik olarak doğmuştur.

Kötülükleri yasaklamakla beraber, iyiliklerin yolunu göstermiştir.

Yani Kuran sadece red edici değil aynı zamanda red ettiklerine ulaşmanın helal yollarını göstermiştir. Bu kadar ciddi sorumluluklar içeren Kur’an bir de Allah tarafından korunacağı garantisi ile insanlığa sunulmuştur. Adeta kaba tabir ile Kur’an değişmemek için insanlığa muhtaç değildir. Allah onu Hicr Süresi 9.ayetinde koruduğunu söylüyor.

İnsanlık adına bütün doğruları barındıran bu kitabın insanlığa ulaşması ise Muhammed (sas) aracılığı ile olacaktır.

Peygamber bu tebliğ aşamasında bir insanın dayanamayacağı birçok eziyet ve sıkıntı görmüştür. Evinden yurdundan olmuş, hakaretlere maruz kalmış, horlanmış, dışlanmış ve eziyet görmüştür.

Bütün bunlara rağmen hiçbir hal ve hareketinde Kur’andan şaşmamıştır. Bütün hal ve hareketlerinde diyorum, çünkü o Kuranı sadece okumamıştır.

Aynı zamanda yaşamıştır. Zaten Kuran dünyaya ancak yaşayarak tebliğ edilebilirdi. Peygamber de bunu yaparak Allah'ın kelamını dünyaya ve insanlığa tebliğ etmiştir.

Bu tebliğ aşamasını uzun uzun yazıp sizi de sıkmak istemiyorum.

Zaten bizler bu tebliğ ile nasiplenen neslin, torunları olarak Da bu zamanları görenleriz.

Bu yüzden eğer ki siyer ile ufak bir etkileşimimiz bile olmuşsa tebliğin o günden bugüne nasıl bir seyir izlediğini az çok anlayabiliriz.

Mevzunu veda hutbesinde Peygamber (S.a.S)’in size iki şey bırakıyorum; biri Allah’ın kelamı kuran, diğeri ise Ehli beytim demesinden ki gelişmeler üzerinden bile değerlendirirsek kafamızda az çok kendi durumumuz ile ilgili fikirler ediniriz.

Özelikle Peygamberden sonraki halifelik seçimleri ile başlayan ihtilaflar, Muaviye'nin,  Hz. Ali ile çekişmesi, Yezidin Ehli beytinden kadın ve çocuk dâhil 72 tane insanı Kerbela'da aç ve susuz şehit etmesi, İslam adına başlayan mezhepsel farklılıklar, değiştirilemeyecek olanı kurana Müslümanları bu kitabı anlamama durumuna getirme ve bunu kısmi başarma gayretleri İslam’ın kurandan kopuk yaşanmaya çalışıldığının en belirgin ispatları olarak karşımıza çıkar.

Hâlbuki normalde böyle bir şeyin mümkünü yok, yani Kuransız İslam olmaz. O zaman durum böyle ise insanların İslam diye inandıkları dini sorgulamak lazım. Madem özünü kaybetmez kuran, özünü kaybeden insanı sorgulamak lazım.

***

Ve işte bu öz kaybedişlerin verdiği sarhoşluk ile kuranı adeta menfaatler için bir araç olarak görmek ciddi hatalar doğurur. 63 sene boyunca Kur’anı yaşayıp, tek bir kırıcı söz bile etmeyen Peygamber ( s.a.s)’i örnek aldığını beyan ederek, dinsiz topluluklara bile hakaret etmek Kuran'ın kabul edeceği bir davranış değildir.

İnsanlara lakap takmak, isimlerinden farklı isimler ile hakaret etmek, menfaatler uğruna yalan, dolan ve iftiralara sarılmak günahtır.

Aşağılamak, hor görmek, dışlamak hiçbir peygamberin ahlakında ve hiçbir Allah kitabında kabul görmemiştir. Bir de insanları inançlarından ötürü aşağılamak hakaret etmek hiçbir şekilde kabul görür bir davranış değildir.

Hiç kimse inandığınıza inanmak zorunda değildir.

Yazıktır!

Dedeleri cihat uğruna yaşamış bir neslin, saltanat derdine düşmüş torunlarının heba ettiği Kur’an değerlerine yazıktır.

Yaşasın peygamberler ahlakı, yaşasın insanlığın özgür iradesi diyor, sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?