YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN DİPNOTLAR – 2 - MİLENYUM

01-03-2019

Milenyum başlarında, geçmişe göre bir adım öndeyim.

Zafer benim için gerekliyse ( çünkü hedef kaçınılmaz ), şok edici değişimlerin kaynağının sabır olduğu bilincindeyim.

Mademki sabır olgunluğunu gösteriyorum, beklentilerimi de büyütmeliyim.

Ve daha çarpıcı başarılar uğrunda hayallerin değil, mucizelerin peşindeyim.

Bu yüzden yıldızın parladığı anlara doğru, engin denizde yelkenleri açmış biri gibi bir başıma ürpertiler hissederek, önümde uzanan yolculukta büyülü bir eğitimle başım dönüyor adeta.

Bu yolculukta farklılık yaratan nefes kesen bir zevk vardır.

O halde geride kalan daha önceki emeklerin izlerine üzülmemek için gelecekte biraz da bahtım açık olmalı.

Evet, belki şu an yolculuk yapan birinin karşılaştığı karmakarışık düşünceler ve görüntüler içinde olması gibi, ben de büyük bir çalışmanın ortasında zihnim karışık haldeyim.

Dolayısıyla, tatlı bir esinle altın çağımın yavaş yavaş yeşereceğini umuyorum. Başarıya kilitlenen inancım ciddi olmanın önemini biliyor.

Yüreğimdeki kaygılar bunun için önemsiz. Umutsuzlukla başarısızlıkları, düzensiz okumalarımın ve kötü yazılarımın olduğu eski dönemde bıraktım.

Olumlu çalışmaların ışığında olumsuz düşünceleri de yitirdim. Artık keşke yok! Yeni dönem bütünüyle farklı olacak.

BİR SANATÇI ADAYININ PROTOTİPİ 

Bir an iç alemindeki ipe sapa gelmez ama dinmez pişmanlıkları ve nefretlerini düşündü.

Bu durumda acı acı ağlayabilirdi. Çok sevdiği birini kaybetmiş gibi (ancak böyle zamanlarda gözyaşı dökebiliyordu, hem de aralıksız gözyaşları…)

Bu kötü izler ehemmiyetle koruduğu ruhunu acıtırdı. Rüzgarlara açık olan zayıf sarmaşıklar gibi.

Ağladığında cesaretten yoksundu; hani biri şöyle bir dokunsa kalbi duracak kadar cesaretsizdi.

Kulaklarında kendisine karşı çınlayan öfkesi onu içten etkiler ve dış dünyaya duyarsız kılardı.

Her şeyi unutmak ya da birdenbire yok olmak isterdi. Umut avuntudan başka bir şey değildi onun için. 
Günler geçtikçe ağırbaşlılık kazandı. Sıkı şekilde debdebeli düşüncelere sarıldı.

İşe çekingen bir halle başladı; sonraları gördüğü her şeyi gösterişli sözlerle ifade etti.

Uzun bir zamandan beri centilmen davranmayı adet edinmişti. Giderek bu kibarlık (ve incelik) ona büyük bir zevk vermeye başladı.

Çağcıl davranışların ödülünü de günlük ilişkilerinden alıyordu.

Yavaş yavaş yanan bir sigara gibi hiçliğin eşiğinde yeni bir ışık bulmuşçasına eski iddiasına, ozan olma, dört elle sarılmak isteğiyle yanıyordu.

Yaşam ile ölüm arasında gidip gelen bir ruh örneği… 
Gün boyu balkona gelir oturur, gözlerini rasathane gibi kullanırdı:

İlerdeki bahçelerin arasındaki yolları, ötedeki dağları, büyük minareli kasabayı ve en yakındaki parkı hayallerle doldururdu. Ilık bir rüzgar gezerdi saçlarda, yapraklarda… 
Gün sona erince günlük dalgınlıklarını unutur, ruhunun araştırmasına dalıverirdi. Ozan kişiliğinin gelişimi uğruna okuyup yazarak!

BİR AN

Nihayet bir başımayım. Yağmur damlalarının balkon parmaklıklarına vuran tok sesini işitiyorum.

Dumas’ın oğlunun romanını okuyorum ( Kamelyalı Kadın ).

Düşüncelere daldım: Aman Tanrım! Ölümsüz Büyüklerin resimleri odamın duvarlarında mevcut. Hepsi karizmatik. Onlardan etkilenmemek elde değil.

Başımı kitaptan kaldırır kaldırmaz resimler nüfuz ediyor bütün varlığıma.

Sadece öteki dünyada ( cennet-cehennem, yerin altı-üstü, gökyüzü, fark etmez ) yaşamıyorlar.

Sanki rüya gibi! Bu çağda, şu an capcanlılar. Ölümsüzlerin en yaşlısı 16. yüzyıldan bakıyor.

Günümüzde de gelecekte de etkileri sürecek. Ölümsüz Büyükler, çok farklı yüz ifadeleri ve duruşlarıyla duvardalar.

Sonsuz vizyonlarından kendimi alamıyorum bir türlü. Bu gece kendim için şunu yaptım: Büyük adamların eserlerine ve resimlerine saygı duruşuna durdum!

ŞAİR

Şair olmalıyım. Şair ruhluluk neye yarar? Hani, nerede Esin Perilerim? Bana incelikle çiçekler sunuyorlar, minnetle ellerini birleştirmiş dua ediyorlar, görkemli duruşlarıyla aylalar fırlatmaya hazırlar, sevimli sevimli bakıyorlar (Duvarlardaki kartpostallar ve resimler ). 
Sanki ‘’ Hayallerini gerçekleştirmek için buradayız ‘’ der gibiler. 
Sunmakla, duayla, bakmakla olacak gibi değil! Boş hayaller ve umutlarla sözde istekler ihtiyacı duyan kim?

Yeteneğinin keşfini tamamlayan bir şair olmalıydım.

Duygularımda soyluluk, düşüncelerimde zeka ve yaratıcılığımda yetenek parlamalıydı… 
Büyük şairlerin yapıtlarını okudukça cesaretimi yitirip hayranlıkla kalakalıyorum.

Özgün ve başarılı olamama ile zafersiz yaşamanın derin korkusu bütün varlığımı etkiliyor.

Büyük adamların resimlerine baktıkça, sanki bana işaret parmaklarını sallayarak ‘’ Adam olamazsın bu olumsuz düşüncelerle ‘’ der gibiler. 
Eskiden şairler için derlerdi ki: Şair dünya işlerinden uzak olmalıymış, sakin ve tasasız yaşamalıymış, gezmeli, çeşitli insanları tanımalıymış, çok yönlü bir duyarlılık kazanmalıymış…

Ne güzel! Bu, işsiz güçsüz ve mutlu; hatta burjuva şairi tasvir ediyor. Bu, beni tasvir etmiyor… 
Ne vakit bir kitap okursam, adeta bir esin bana yazma gücü vermişçesine yakamı bırakmıyor. Böylece, iyi, güzel bir şey yazacağımı umup okuduklarımı anlamadan geçerim. Aslında kalemi elime alır almaz yazdıklarımdan utanırcasına hafakanlar basar beni. 
Denmiş ki: ‘’Bakmasını, hissetmesini bilen kişi için her yerde şiirsellik vardır.‘’ Ben ne Byron’um ne de Puşkin… Bakıyorum, hissediyorum ama yazamıyorum!

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?