YÜREĞİM KARANLIĞA BÜRÜNDÜ

14-10-2015

Heyhat, gel aç da içim gör evlat. Vallahi canların uğruna ölesim var. Ta, boğazıma kadar bir çığlık ya rab bu ne acıdır, hırsın, gücün ve makamın esiri zihniyetlerin bizi getirdiği noktaya feryat edesim var.

Yanıyor yürekleriniz biliyorum.

Tıpkı denizler asıldığında yandığı gibi…

Çaresizce ve belki de biraz korkakça, denizlerin göçüşünü izleyen atalarımızın hissettiklerine benzer duygular ile bizlerde barışın çocuklarının ardından bakakaldık. Sırtımızı da aldığımız nefese dayayıp, ölen onlar sandık.

Hâlbuki insanlığa hizmet amacı güdenler ölmez ki;  Onlar da tıpkı kendilerinden önce göçüp gidenlerin yaptıkları gibi, yarının çocuklarına barışı isteyeceklerdi.

Dillendirip sevgiye dair hisleri ölümlere feryat edeceklerdi. Ölümler dursun diye külhanbeylerine sesleneceklerdi.

Onlar başkası ölmesin diye, yaşamakta ısrar edeceklerdi. Tutuşup el ele halay çekeceklerdi, beceriksizlerin ülkeyi getirdiği hale, devletin en önemli unsuru insandır mantığı ile iyi olsun diye sesleneceklerdi.

Seslendiler, barış dediler, diyeceklerdi. Onlar barış oluncaya kadar dediklerinde ısrar edeceklerdi. Ama bir anda kulakları sağır eden anlamsız çirkin bir ses etrafı sardı.

Kana bulandı meydan. İnsanlığa barış istemenin ısrarından yılmayanların, yüreklerinden çığlıklar kaplamıştı her tarafı.

Şaşırdınız, şoktasınız, anlamsız sisler sardı üstünüzü görüyorum.

Madımak’ta yakılanları hayal edip durdunuz, dersimde ki faili meçhulleri bir daha, bir daha andınız. Ya Kahramanmaraş’takilere ne oldu diye kafayı yiyecek duruma gelip, işte onlara ne oldu ise bu canlara da bu oldu deyip çaresizce sustunuz.

Susmayın, ne susuyorsunuz! Susanların korkaklığıdır, o canları oraya toplayan.

Susmayın be, ne susuyorsunuz! Dünyayı biz mi kurtaracağız diyenlerin varlığıdır, dünyayı bu kadar yaşanmaz kılan. Olmaz kardeşim olmaz!

Sen susarsan, ekmek derdine düşüp, onurdan vazgeçersen, barış diye diye göçen yürekleri, milletlere ayırıp, görüşlerine göre sınıflandırıp acılarını yüreğinde hissetmezsen, olmaz kardeşim olmaz.

Sen şimdi susarsan, yarınlardan payına belki ekmekten bir sürü ama onurdan zerre düşmez.

Bakın canlar, cananlar;

Tek bir canın bile ölmediği bir dünya istemek bütün insanlığın en doğal hakkıdır.

Eşit düzlemde ortak değerlere tabi yaşayıp, bütün hayat şartlarına hoşgörü göstermek, insani değerlerin yaşamasına sahip çıkmak, inançlara saygı göstermek insanlığın en olmazsa olmazlarıdır.

Bu olmazsa olmazların ise kontrol mekanizması, demokrasi unsurunun denetiminde, siyasi partilerin liderliği neticesinde ancak siyaset ile sağlanabilir.

Nihayetinde siyaset devletin ahlakını, huyunu ve davranışlarını dizayn eder. Ama ne yazık ki Siyaset ahlaksızlığa dönüştüğü vakit, verimsizleşeceği gibi milletlerin hayatlarını da zindana çevirebilir. İşte bu ülke, tam da şu an böyle bir tablo ile karşı karşıyadır.

Siyaset kısır ineğe döndü.

 Siyasi partiler statik bir çizgiye kayarak çözüm üretmenin çok uzağına düştü ve ister kabul edilsin isterse de edilmesin, var olan bütün gelişmeler ciddi bir siyasi kirlilik oluştuğunun en büyük kanıtı.

Tıpkı aşklarında güvensiz bir durumun varlığını yaşayan aşıkların halleri gibi toplum ve devlet yönetimi arasında bir güven kaybının olmadığını hiç kimse iddia edemez.

Devletin sağlıklı işleyişi açısından bu güven kaybının giderilmesi ve istikrarlı bir çizginin yakalanması en birincil şarttır.

Bunun içinde gerekli bazı adımlar gereklidir. Muhalif grupların kamuoyu ile sağlıklı bir iletişim kurmasını engelleyici tavırlardan iktidarın hızlıca vazgeçmesi, sivil toplum örgütlerinin yasalar çerçevesinde ki bütün talep ve protestolarına hükümetlerin ve yönetimlerin ve bütün bürokrasinin tahammül etmesi, eğer ki gerekiyorsa en üst makamına kadar koltuktan vazgeçmeyi de hazmedebilmesi gerekiyor.

Çünkü böyle bunalımın yaşandığı durumlarda çoğu zaman kemikleşmiş görüş ve taraf tutmalardan dolayı halk ülkeyi bekleyen tehlikeyi geç algılayıp, bir şans daha deyip veya yanlış algılayıp kötünün iyisi deyip var olan durumu seçim ile düzeltme konusunda yetersiz kalabiliyor.   

Bu durumun çözümüne yönelik adımların ipuçları ise, sivil toplum kuruluşların çözüm üretici çabalarından, toplukların haklı talep ve sloganlarından bulunabilir. Ama ne yazık daha korkuncu, sivil bir örgütlenme dahi olsa hiçbir muhalif kesimin hoş görülmediği bir zihniyetin ya varlığı ile ya da tesisi ile karşı karşıyayız. 

Nihayetinde Ankara da canlarını veren bu yüreklerde devlet işleyişinde, daha olumlu bir tablonun varlığı için haklı talep ve istekte bulunan muhalifler olarak değerlendirmeliyiz.  Devletten talep etmiş oldukları barış istiyoruz sloganlarından da anlaşılması gereken, siyasi kesimlerin politikalarına yönelik pusulanın düzeltilmesi ile alakalıydı.

Onların devletten bir talepte bulundukları açık ve nettir. Bu vahşetin olmuş olması bu isteği kamufle etmemelidir.

Devlet daha öncesinde ki katliam ve ölümlerde ki başarısız yüzleşmelerden sıyrılmalı, bu vahşetin bütün yönleri ile yüzleşmeli ve bununla beraber o meydan da ki barış taleplerine yönelik adımını da mertçe ve açıkça atmalıdır.

Barışın şehitlerini rahat kılacak en önemli adım da elbette devletin barış talebine yönelik atacağı olumlu adım olacaktır.

Bu vahşet son olmalı ve bununla beraber önceki unutulmuşlukları da bir daha unutulmayacak şekilde sonsuza kadar hatırda bırakacak şekilde hepimize hatırlatmalıdır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?