ZALIM LEYLA

05-04-2019

Bir kitapla şair mi olunur sorusuna, "Bir kitapla peygamber olunuyor, şair neden olunmasın? " cevabı ancak tek bir kitabı olan ve bir kitap bile olacak kadar şiiri olmayan Ahmet Arif için verilirdi...

Gel de gör zalımlar dünyası neler yazdırttı şiirin Ağrı Dağın'a/Ahmet Arif'e...

Leyla’yı o kadar çok sevdi ki şöyle dedi ‘’Sen ister dostum ol, ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol’’.çünkü o Leyla'sız yaşayamazdı.

Leyla korkunç bir sevdadır...

Korkunç bir aşktır ama sadece Leyla vardır şiirlerinde...

"Beyninde mi yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o İNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni’’.

Mecnun sırf nasıl ki Leyla'nın köyündedir diye bir köpeği sevdiyse dost olduysa Ahmet Arif de Leyla'yı gören herkese dost oldu.

‘’Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba.

Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel’

‘Leyla çözülemeyen bir denklem zevk alınan bir kaos teoremidir.

"Bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. Kurtuluşumu, her şeyimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum.

Herkesin bir Feride'si/seveni var bir de bir Leyla'sı/çektireni hatta zalim Leyyla'sı.

Herkes Feride üstüne destan düzerken Ahmet Arif asla bırakmaz Leyla'sını geride.

Mektuplar yazar hiç gelmeyeceğini bile bile.

Leyla beklemek, Godot'u beklemek gibi hüzünlü bir travmaydı cehennem diplerinde.

Oysa o umut etti hep gelecek diye, gelmeyeceğini bile bile… 

Ve gel gör ki umuttan umut bekleyen bu kişi toplumcu gerçekçi şiirimizin ustalarındandır.

Nazım Hikmet ulusaldan evrensele seslenerek gür sesiyle kalplerde yer edinirken.

O evrensele bu kadar naif ve güzel hitap eden Nazım varken evrenseli Nazım'a bırakıp yerele hitap edecek.

Fakat öyle bir seslenecek ki yerel, yerelden ulusa, ulustan İspanya'daki köylülere ve oradan da Almanya'daki maden işçilerin kalbini titretecek şiirleriyle...

Yaşadığı coğrafyanın duyarlılığı ve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden, lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz bir kurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthiş ezgili çağdas şiirler yazdı.ve gün gelecek bizim ancak 40'! tan sonra ki o da ancak sevgili hasta olduğunda anlayabileceğimiz sevgiliye meşhur mesajı verecek.

Ölümsüz aşkı Leyla için:

Sabah gözlerimi sana açarım, akşam uykularımı senden alırım.

Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum. Böyleyken gene de şükretmem halime; hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim.

Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık sana sıkıntı olurum, nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş…

Hepsi.

En çok da en ilk de Leylâ'sın bana.

Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun.

Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum.

yokluğun, cehennemin öbür adıdır..! üşüyorum, kapama gözlerini..."

Çok kültürlü ve çok dilli olduğu için çocukken Ahmet Arif için bahisler açılacak ve iddialara girilecek....

Ahmet Arif:

“Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler.

Üç adam ama, biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza… Biri diyor ki beni göstererek “Bu çocuk Arap…” Öteki diyor ki: “Yok yahu, bu çocuk Kürt…” Üçüncüsü “Bu, ne Arap, ne de Kürt...  Bu çocuk Zaza” diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde… Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, “Bu çocuk nedir?” diye… Beş

lirasına bahse girmişler. O zaman büyük para tabii. Esnaf “Üçünüz de

yanıldınız” diyor. “Bu çocuk Türk…”

Lendisine Ahmed Amca denilmesinden hoşlanmazdı "Bana Ahmed Arif amca deyin, Ahmed deyince bir şeyler eksik kalıyor,tıpkı hayat gibi.kim hayata benzemek ister ki?" derdi.

Ve hiçbir zaman hayata benzemedi ne Nazif'iyle ne Filinta'sıyla ne de şiiriyle.

Yarım bırakma diyordu sevgimizi aşkımızı sevgilim; oysa henüz bilmiyordu bitenler, gidenlerdir gidenlerse çoktan bitmiştir.

Çünkü yarım ya da eksik bırakılan hiç bir aşk yoktur. Sadece bitmesi gerektiği için biten aşklar vardır.

Belki de bitecek olanlar ve korkaklar hiç başlamamalı aşka.

Giden son yolcu hazırlığa başladı bile gitmek için. Ve bilmiyordu ki hiçbir şey eksik kalmadığı gibi hiç birşey de yarım kalmaz…

Kim bilir belki de bu yüzden Leyla zalim olarak kaldı, Ahmet Arif aşık olarak. Zülüflerin zulmü  gözlerin işkencesi yetmişti şairin yüreğine...

O sanki başka diyarlardan kalbimize gönderilen özel  bir mesajdı. Hatta rüyasında şiirler yazardı bazen.

“Ben çocukluğumdan beri gece rüyamda şiir okurum, mısra söylerim.”

Bu şiirlerden biri:

“Alnımızın aklığında puşt işi zulüm

Ve cânım yarı geceler

Çift kanat kapılarına karşı darağaçları”

Nazım'ın şiiri Cemal'in dostluğu ve Cahit'in onun şiirleri karşısında ağlayarak eriyen yüreği, onun için başkaydı  her şeyden.

Onun ben “Pembe Mantolu Kıza” şiirini okurken sarhoş olurdum. Kendimden geçerdim.” (Cahit Külebi için)

“Bir Nazım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim.” (Nazım Hikmet için)

“Ama sen ki benim yarı parçamsın. –Suyun ötesindeki parçamsın!" (Cemal Süreya'ya)

1927 yılında Diyarbakır’da doğdu Aşkla/Leyla'yla , 2 haziran 1991 tarihinde Ankara’da  aşka göç eyledi aşk adamı... İki defa tutuklandı halkına olan aşkından ve sevdasından vazgeçmediği  için.

Ahmed Arif: “Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim. Halkımdan gayrısını da övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi elbette… İlle de sevgiliyi…” derdi hep.

Bütün kapılar Leyla'ya çıkıyordu ve bütün kapılar kapalıydı cezaevinde bile.Cezaevindeyken yaşadığı şu hikayede de çok ilginç olsa gerekir.İçeri girdikten sonra hücresinin Bütün duvarında “To be or not to be” ile birlikte aynı anlamı taşıyan on dokuz farklı dilde yazıyla karşılaşmıştır. Şair bu on dokuz satıra yirminci satırı Türkçe olarak eklemek ister. Ve on dokuz satırın altına bir toplama çizgisi çektikten sonra çizginin altına “Ya herro ya merro” yazar. On dokuz farklı dili, on dokuz farklı kalbi, işkence görmüş on dokuz bedeni kendi bedeninde toplar ve daha sonra “"To be or not to be" değil. / __"Cogito ergo sum" hiç değil...” mısralarını “Unutamadığım” şiiriyle tarihe not düşer.

Cezaevi günleri sona erince Ankara’daki gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak devam ettirdi yaşamını. Yaşamak direnmektir dedi, direnmek aşktır dedi.Zalim Leyla'ya hep direndi ama hiç vazgeçmedi. Hep direndi, hep mücadele etti yaşamı boyunca Çektiği acıları bile sevdi.

“Acı çekmek de bir yerde sevda gibidir, her kula nasip olmaz, derdi"

Ve en yüksek sesle haykırdı bu şehirde aşk var isyan var diye.

 

Halkından da Leyla'dan da Sevdiği hiçbir şeyden vazgeçmediği gibi vazgeçmedi.Yazdıkları ve okudukları şiirler için bir iki tehdit mesajı alıp tırsanlar ya da iki gün hapis yattı diye ağlayanlar 33 kurşun şiirinden dolayı Ahmet Arif'in başına gelenleri bilmezler ki utansın şiir adam olamayışlarından..

Ahmet Arif:

"Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, ertesi gün Ulus gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu 33 tane senin vatandaşın… Hiçbir suçu yok… Tertemiz… Belki hepimizden daha suçsuz… Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar o kadar…”

“İşte bu “Otuzüç Kurşun” şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni… Gece sabaha kadar dövdüler. “Oku” dediler, okumadım. … Dövdükten sonra o tellerden aşağı attılar beni. Orada öylece kalmışım. Sabah çöpçüler gelip buluyorlar. Sokak köpekleri gelip gelip kokladılar beni. Ödüm koptu, ölü sanıp yiyecekler diye…”

Sonra son arzusunu arzuhal eyleyip nehrin sularına bırakırken bile Leyla ne olacak diye gözü arkada kalıyordu. Dicle de Leyla da vazgeçilmeziydi.

“Ben buralarda, bu hastanelerde, bu topraklarda değil, gene oralarda, Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterim. O kadar güzel ağıt yakar ki o kadınlar… Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olamaz…”

Ve yıl 3700 tek kitabı "Hasretinden Prangalar Eskittim" bilmem şu anda belki kaç milyonuncu baskısını yaparken bir Ahmet Arif bir de  Leyla unutulmayacak...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?