Birkaç ders

Birkaç ders
27-12-2022

Öğrenme süreci insan yaşamının anne karnından mezara kadar olan sürecinde devam eder. Öğrenme, insanda kesintisiz olarak cereyan eden bir süreçtir ve evrenin yaratılış modeline benzer. Yunus Emre’nin belirttiği “her dem yeniden doğmak” ile evrenin genişlemesi ve evrendeki oluşum süreci arasında makrokozmos-mikrokozmos ilişkisi vardır.

Öğrenme de yaratılış benzeri bir oluşumdur, insanın yaşamı boyunca devam eder.

Dolayısıyla öğrenme olgusu, başlı başına bir oluşum süreci olarak kendini inşa eder.

Jean Paul Sartre’ın insanın kendi var oluşunu gerçekleştirmesi eksenindeki felsefesi de bu bağlamda ele alınabilir.

İnsanda öğrenme bir oluşum süreci olarak devam ettiğinden bu öğrenmeyi gerçekleştiren çeşitli unsurlar vardır.

Bu unsurların en başında kitaplar gelir. Kitapların tecrübeye dayanılarak yazılanları en eski çağlardan beri önemini korumaya devam eder.

Tecrübeye dayanılarak yazılan kitapların en önemlilerinde birini de hayat dersi olsun diye kaleme alan Ezop’tur.

Yunan bir kölenin evladı olanEzop (Aesop, Aiosopos), aklı ve bilgeliği sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştur.

Milattan önce 6. yüzyılda yaşayan Ezop, kendi hayatında edindiği tecrübeleri alegori yoluyla anlattığı hikâyeler, fabl türünün ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Fabllerinde anlattığı hususlar 2500 yıldan fazla bir zamandır pek çok hayat dersini içinde barındırmaya devam ediyor.

Ezop Masalları, dünya kültür ve edebiyatında en etkili olan eserler arasındadır.

George Orwell’in Hayvan ÇiftliğiEzop’un alegorilerine,bu alegorilerin benzer kurgu unsurlarına dayanır. Franz Kafka’nın Dönüşüm’ü her ne kadar Ovidius’unDeğişmeler’ine dayansa da  amorf  ve en nihayetinde Ezop’unkahramanlarına ve temsillerine benzerliğiyle metinlerarası ilişki kurduğu açıktır.

Bugün Ezop Masalları, çocukları ve gençleri hayata hazırlamada ders kitaplarında en çok kullanılan metinlerarasındadır.

Ezop Masalları, yaş farkı olmaksızın herkesin hayatının her döneminde okuması gereken hikâyelerdir diye düşünüyorum.

Bu metinler; iyilik, doğruluk, adalet, sevgi gibi insan varlığına ilişkin temel kavramlar ekseninde gerçekleri dile getirmektedir.

Fabl türünün babası elbette Ezop’tur.

17. yüzyılda La Fontaine, Fransız edebiyatı bünyesinde önemli ölçüde Ezop’un masallarından yararlanarak La Fontaine Masalları adlı eseri ortaya koymuştur.

Türkiye’de Ezop Masalları bütünlüklü olarak okurun önüne Nurullah Ataç tarafından sunulmuştur. Hasan Ali Yücel Klasikleri arasında yayımlanan bu alegorik hikâyeler, Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Sabahattin Eyüboğlu ve Ülkü Tamer gibi edebiyatçılar tarafından da Türkçeye çevrilmiştir.

Ezop Masallarını anmışken Nurullah Ataç’ın yaptığı çevirilerden birkaçını anmak yerine olacaktır. Aşağıda kitaptan seçerek verdiklerim günümüz insanını özetliyor aslında…

Birkaç tane seçtim…

Tilkiyle Teke

Ezop, “Aklı başında bir insan, sonunun ne olacağını düşünüp incelemeden, hiçbir işe girişmemelidir” diyor ve anlatıyor:

Tilkinin biri bir kuyuya düşmüş, bir türlü çıkamazmış.

Oradan bir teke geçmiş, susadığı için kuyuya bakmış, tilkiyi içeride görünce: "Bu su iyi mi? İçilir bir şey mi?" diye sormuş.

Tilki işi babacanlığa vurup suyu bir övmüş, bir övmüş, tekenin ağzının suyunu akıtmış: "Hiç durma, in aşağı!" demiş.

Teke onun sözlerine kanmış, zaten susuzluktan da dili damağına yapışıyormuş, hiç düşünmeden aşağı inmiş.

Susuzluğunu giderdikten sonra aklı başına gelir gibi olmuş, tilkiye: "Eee! Nasıl çıkacağız buradan?" diye sormuş.

Tilki: "Sen hiç merak etme: ben buradan ikimizi de kurtarmanın yolunu biliyorum. Sen şimdi doğrulup ön ayaklarını duvara dayar, boynuzlarını da havaya dikersin; ben tırmanıp çıkar, sonra seni de çekerim" demiş.

Teke bu aklı pek beğenmiş, hemen razı olmuş; tilki arkadaşının bacaklarından omuzlarına, omuzlarından boynuzlarına atlayıp kuyunun ağzına varmış, hemen oradan uzaklaşmış.

Tekenin: "Biz böyle mi sözleştik? Sen sözünde durmaz mısın?" diye sitem ettiğini duyunca dönmüş: "Be herif! Senin çenende kıl olduğu kadar kafanda da akıl olsaydı, nasıl çıkacağını düşünmeden hiç iner miydin bu kuyuya?" demiş.

Diogenes ile Kel

Ezop, “Kötü insanların kötü sözüne iyi sözle karşılık vermek bazen daha iyidir” diyor ve anlatıyor:

Kel kafalının biri yolda köpeksi feylesof Diogenes'i görmüş, başlamış sövüp saymaya.

Diogenes: "Ben de sana uyup ağzımı mı bozacağım? Tanrılar korusun. Ben senin saçlarını öveyim: ne iyi etmişler de o kötü kafanın üstünde durmayıp dökülmüşler!" demiş.

….

Kuşçuyla Karayılan

Ezop, “Başkalarına kuyu kazayım diyen kazdığı kuyuya kendi düşer” diyor ve anlatıyor:

Kuşçunun biri ökselerini almış, kuş tutmaya çıkmış.

Bir ağacın üstünde bir ardıç kuşu görmüş, ille onu yakalamak istemiş.

Ökselerini dizmiş, gözlerini yukarı dikip hep kuşu kollamaya başlamış.

O kuşu tutacağım diye çabalayadursun, yerde çöreklenmiş bir karayılan olduğunu görmemiş, uyuyan hayvanın başına basmış.

Karayılan canı acıyınca kuşçuyu ısırmış, sokuvermiş.

Kuşçu ölümden kurtuluş olmadığını anlayınca: "Vay benim başıma gelenler! ben ava çıktım sanıyordum ama asıl ben avlanmışım da haberim olmamış!" demiş.

Martı Kuşu

“Nice insanlar vardır, kendilerini düşmanlarından korurlar ama hiç farkına varmadan, düşmandan da daha tehlikeli dostların eline düşerler” diyor ve anlatıyor:

Martı kuşu yalnızlığı sever, bunun için de hep denizlerde yaşar.

Derler ki insanlardan korunmak için gider, yuvasını da deniz boyundaki kayalar üzerine kurarmış.

Böylece bir martı, yumurtlama vaktinde, bir buruna gitmiş, suların üzerinde bir kaya bulup oraya yuva kurmuş.

Ama yiyecek aramaya çıktığı bir gün yel esmiş, deniz kudurmuş, ta kayanın tepesine yükselip martının yavrularını boğmuş.

Martı dönüp de başına gelenleri görünce: "Eyvahlar olsun! Ben karaların düzenlerinden korkup sulara sığınmıştım; meğer deniz daha hainmiş!" diye ağlayıp inlemiş.

Putçu

Ezop, hep çıkarlarını arayıp kimseyi umursamayan insanların durumunu şöyle anlatıyor:

Adamın biri tahtadan bir Hermes yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış.

Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır."

Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş.

Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysaki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş.

Okla Vurulmuş Kartal

Ezop, “Kendi silahımızla vurulduk mu, acısı bir kat daha ağır olur” diyor ve anlatıyor:

Kartalın biri, bir kayaya konmuş, oradan tavşanları gözetlermiş.

Bir adam onu uzaktan görmüş, okunu attığı gibi, ta yüreğinden vurmuş.

Kartal bakmış ki kendisini vuran okun kanatları gene kendi tüyünden...

Bunu görünce büsbütün kötü olmuş: "Öldüğüme yanmam, beni kendi tüylerimle öldürdüler, ona yanarım!" demiş.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?