Beni buralarda arama anne... Ben Şilideyim....
Ben bir Aymara yerlisiyim ve Şilli'yim. Doğduğumda acı, hüzün ve zulümden olsa gerek yirmi yaşındaydım. Ki zulüm ve zalim erken büyütür burda herkesi.Şimdiyse öldüğüm yaşta yedi bin yaşındayım...Bugün benim ölüm günüm ve babamın öldüğü yaştayım..
Şili, Aymara yerlilerinin diline göre ‘dünyanın bittiği yer’ anlamına gelir. Gerçekten de dünyanın son bulduğu yerdir Şili.Bugün 24 Eylül 1974. Tam bir sene önce Neruda'nın Neoliberalist ve Nazist darbeciler(11 Eylül 1973 darbecileri)tarafından muhalif diye öldürüldüğü kara çarşamba.
Biz onun için, şiir okumak için halkımız için, yollara ve dağlara düşmüştük.
Dört yanı sarılmıştı artık askeri karakolun etrafı. Senin yüreğimi dört yandan kuşattığın gibi. Silah sesleri dört bir yandan geliyor, çığlıklar arşa yükseliyordu.Bir anne uykusundan vuruluyor topuklarından yüreğine kadar.Bir baba ciğeri yenik düşüyor yetim kedere, öksüz kansere; evladı vuruluyor, son nefesinden, ensesinden.Şili'nin kara kaşlı, esmerliğe meydan okuyan, buğdayımsı, zayıf çocukları anamm deyip toprağa tohum oluyor düşüyordu... Gece düşüyor ölüm üşüyordu. Düşler bir bir vuruluyordu sol yanlarından. Sonra kaçmaya başladık gelen yeni takviye ekipler üzerine. Dağlara dağlara sığındık, onlar bize korur diye. Dağların da ihanet edeceğini hiç bilmiyorduk henüz. Ki ihanet en yakını olandan ya da en sevdiğinden başlarmış. Bir sürü göz üstümüzde. Bizim gözümüz gökyüzünde. Gökyüzüyle göz göze geldik; ama bugün gökyüzü bile şaşı bize. Utandı, yüzünü çevirdi, başını öne eğdi gökyüzü. Olacakların hepsini biliyordu sanki. O gün bugündür gökyüzü o mahçup başını kaldıramadı bir daha, hep eğik yüzle gezdi... Çünkü ölen çok ana/baba vardı o gece her evlat ve muhalif Neruda neoliberalist politikalar uğruna vuruanda. Ve hala kan istiyordu toprak.
Ne kadar koştuk bilmiyoruz, ardımıza bakmayı bile unutmuş, ardımız ardımıza bakıyordu. En son sığındığımız kalbimize baktığımızda dört kişi kalmıştık orda gecenin son kahkasında. Bir mağaraya sığındık, bir yandan da ateş savuruyorduk Pinochet'in bıyığı yeni terlemiş bilinçsiz, cahil askerlerine... O kadar çoktular, öl öl biteceklerine hep çoğalıyorlardı durmadan. Teslim olun seslerini duymuyorduk bile; çünkü biz gerillaydık ve onurumuzla ölmeliydik... Yüzümüzün kiri davetti yapacağımız harakiriye. Bir bir vurulduk, vuruluyorduk. Birileri yılbaşı gecesinde ho ho ho mutlu noeller demek için geriye saymaya başlarken biz onlar için vurulduklarımızı geri saymaya başlıyorduk. 4,3,2 ve bir ben kaldım geriye. Son nefesime kadar çarpışacaktım; lakin kurşunum nefessiz kalmıştı. Soluğu, beti benzi atmıştı elimdeki silahın kalbi. Çarpmıyordu artık tabancanın kalbi ve kalp krizi geçiriyordu mağara. Yıldızlar korkmuş geceyi eksik ve yarım bırakmıştı. Elektro şoklarla geceyi hayata döndürmeye çalışıyorduk... Sonra bir ses böldü tüm karanlıkları ve beynimin tüm sinir dalgalarını..
Bir asker bağırıyordu bizim kaç kişilik bir merkez kuvvet olduğumuzu bilmeden.
- Teröristler bu size son çağrımdır teslim olun, size hiç birşey yapmayacağımıza söz veriyoruz.
Beynim durmuştu sinirden ve yoldaşlarım için akıttığın gözyaşları içinde ellerimi ve silahımı havaya kaldırıp
- Tamam, tamam, teslim oluyorum. Sakın ateş açmayın, dedim.
30 dan fazla Pinochet vardı karşımda kendilerinin terörist olduğunu bilmeden yaşayan.
Ortalarına doğru yavaş adımlarla yürüyor, sakın ateş etmeyin diyordum...
Sonra sakin olmalarını söyledim. Ve hafifçe elimi gömleğinin sol cebine atıp bir resim çıkardım.
Ve dedim ki:
- Bakın cebimden ne var, bu kim resmi biliyor musunuz?
Bu Pablo Neruda' resmi, Pablo Neruda kimdir, biliyor musunuz? Pablo Neruda bir şairdir ve bir şairin resmini cebinde taşıyan bir adam terörist olamaz. Peki, hanginizin cebinde bir şairin resmi var, söyler misiniz bana...
Bütün askerler şaşkınlıkla birbirine bakıyordu, yürekler yumuşamış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu; lakin gözler sertleşmiş ve bir anda eller tetiğe dayandı. Tetikler bana dayanmaya başlamışken sağ parmağımı durun anlamında kaldırıp cebimden önce mavi yürekli, sarışın gözlü sevdiğim kadının resmini çıkardım ve öptüm son kez. Ve avazım çıktığı kadar asimile edilmiş Aymara yerli dilim ve İspanyolca karışık pizza usulü bağırmaya başladım, gökyüzünü çıldırtırcasına ve yırtarcasına:
Quechua mama soy una guerrilla,
No soy un terrorista....
(Anne ben bir gerillayım terörist değilim)
Sonra, sonrası bommmmm, silah sesleri ve kızılca kıyamet. Geriye sadece tanık olarak bir Pablo Neruda resmi kaldı. Resimde Neruda'nın `Kıyımlar' şiirinden bir dörtlük yazıyordu ama ben yine de size ölümün ardından gülüşlerimle son kez bu şiirin tamamını okumak isterim bağıra bağıra ve üstelik ölmüşken sadece bedenim....
KIYIMLAR
Ne ki saklandı kan o zaman
altında köklerin, suyla yıkanıp yok ettiler
ve inkar ettiler kanı
(çok uzun zaman önceydi bu) ,
Güney'in yağmuru yıkayıp yok etti kanı topraktan
(çok çok uzağa götürdü kanı) ,
güherçile yedi bitirdi kanı bozkırda
ve halkın ölümü her zaman nasıl ise öyleydi:
sanki kimse ölmedi, hiçkimse,
sanki kayaydı düşen toprağa
ya da suydu düşen suya.
Taşla ezildikleri ya da yakıldıkları
Kuzey'den Güney'e dek
gömüldü ölüler karanlıkta
ya da yakıldı geceleyin göze çarpmadan,
bir çukurda yığıldı külleri
ya da atıldı dalgalara:
kimse bilmiyor nerede olduklarını şimdi,
yok onların mezarları, işkence edilmiş parmakları
ve kurşunlardan parçalanmış yürekleri
dağılmış dört bir yana
memleketin kökleri arasında:
Şili'lilerin gülüşü
bozkırın yiğit erkekleri,
sessizliğin kaptanları.
Kimse bilmiyor bu bedenleri
katillerin nereye gömdüğünü,
ama topraktan doğrulacaklar yeniden
ve dökülen kanın hesabını soracaklar
Halkın diriliş gününde.
Bu cürüm bulvarın tam ortasında işlendi.
Ne bir çalı gizleyebildi
ne de bozkırın kumu içebildi
halkın temiz kanını.
Kimse ört bas edemedi bu cürmü.
Bu cürüm bulvarın tam ortasında işlenmişti.