KENT KÜLTÜRÜNDE TİYATRO

22-05-2017

Bugün genelde sanatın, özelde tiyatronun, kent yaşamı içindeki önemini bilen, bunun  uygar insan ilişkileri için ne denli vazgeçilmez bir olgu olduğunun bilincinde olanların çoğunluğu oluşturamadığı kentlerde yaşadığımız bir gerçek.

İnsanlarımızın çoğunun kendilerini kentli olarak hissetmedikleri, kentlerini sevmedikleri, onlara sahiplenmedikleri, kentlilik bilincinin ve estetiğinin gereklerine karşı duyarsız kaldıkları, daha bencil, katı, umursamaz ve kötümser bir yaşamı sürükler gibi yaşamaya çalıştıkları da bir gerçek.

Oysa kent yaşamına ve bu yaşamın geliştirdiği kent kültürünün geçmişine baktığımızda  bunun böyle olmadığını görmek için biraz tarihe bakmak yeterlidir.

Ören yerlerimizi gören gözlerle gezmek evrensel kent kültürü gerçeğinin gözlerimizin önüne serilmesi için yeterlidir.

Efes gibi, Bergama gibi, Afrodisias gibi antik kültürün yaygın olarak yaşandığı bölgelerin  hemen tüm kentlerinde hep aynı düşüncenin kent yapısına ve kültürüne yansımasını izlemek çarpıcıdır.

Bugün bile geçerliliğini koruyan bu ilke “Sağlıklı bir kent, içinde sağlıklı insanların yaşadığı kenttir” ilkesidir.

İnsan ruh ve bedenden meydana gelen bir varlık olduğuna göre “sağlıklı insan”dan kasıt elbette “ruh ve beden sağlığını birlikte değerlendiren, edinen ve koruyan insan” dır.

Birlikte yürümesi gereken bu iki sağlık özelliğinden bir tanesine, ötekinin aleyhine ağırlık verirseniz burada bir sağlıksızlık başlar.

İnsanın beden sağlığı sporla, ruh sağlığı sanatla korunur.

Bu nedenle antik dünyanın zengin fakir tüm kentlerinde, spor için Gymnasium’ları; sanat için de Odeon ve Tiyatro yapılarını olabildiğince yan yana kurduklarını ve kentlilerin yararlarına sunduklarını görüyoruz.

Aslında insan sağlığının bu iki boyutluluğu bugün de geçerli.

Beden sağlığımız için spor yapmak zorundayız.

Yalnız spor yapar; ruhsal gereksinimimiz için gerekli olan sanatı ihmal edersek beden sağlığı gelişmiş ama ruh sağlığı bozuk insanlar haline geliriz.

Bunun tersi de toplumsal yaşam için aynı sağlıksızlığı taşır.

Ruhen sağlıklı ama bedenen sağlıksız bir insan da tümüyle sağlıklı biri sayılamaz.

Şu halde giderek daha stresli bir yaşam biçiminin egemen olduğu kent yaşamının gerektirdiği dayanma gücümüzü; her iki yapımızı sürekli gözeterek, geliştirerek  korumamız söz konusudur.

 Evet Sayın Yerel Yönetim Yetkilileri: Dün kent yaşamı için böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Çünkü İnsan aynı insan.

Öfkeyle sorup duruyoruz: Neden geliyor bu insanlar kente?

Elbette sadece iş ve aş bulmak için gelmiyorlar.

İnsanı insan yapan gereksinimlerin gereğince ve insan onuruna yakışan bir biçimde karşılanabilmesi için geliyorlar.

Kentin asıl varoluş mantığı budur.

Çağdaş kentler için de gayet tabii bu varoluş mantığı geçerlidir.

Şayet kent bu gereksinimi karşılayamıyorsa temel işlevlerini yerine getirmemiş sayılır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?