MECZUPLA SOHBET (2)

23-05-2019

Genç adam belki de hayatında ilk kez yaşamın gördüklerinden ibaret olmadığını düşünüyordu.
Keza insan yaşadıklarına kalın merceklerle büyüte büyüte bakardı.
İşlemediği her günahın masumu sayarken zalimleşirdi.
Yargıç elbisesini üzerine uydururken kaybolup giden insafına uzaktan uzağa bakardı.
Geçmişine duyduğu hasreti bugünüyle harmanlardı.
İnsan, tüm yetim duyguların anasıydı.
Aynı zamanda olası tüm güzelliklerin ortağı.
Hüznünü sağ cebinde, umudunu sol cebinde taşırdı.
Hani neredeydi?
O masum beyazdan bozma düşleri…
Yürürken cebinden mi düşürmüştü gri misketleri misali?
Misket gözlüm derdi annesi ona.
Misketi sevme sebebiydi.
Sorular üzerine sorular… 
Yaşamak işte içinden çıkamadığı girdapların döngüsüydü.
Tek düzlem ölüm.
Tek netlik ölüm.
Bizi eşit ve mesafesiz kılacak yegâne doğru ölümdü.
Ama öncesi yaşamak gerekti ya.
Tekrar gidecekti meczuba yani içindeki hakikate.
Yok başka türlüsü çığlıklarının savaşıydı.
Öyle yada böyle bir seseydi muhtaçlığı.
Gitti.
Saçı sakalı rüzgarla dans eden o adama.
Sırlanmışçasına denizi izliyorken gördü onu.
Meczup hanesine aniden girilmişçesine irkildi.
Onu mavinin sonsuzluğunda boğulmaktan alıkoyan bu genç iş adamına bir teşekkür borçluydu belki.’Hoşgeldin’ dedi. 
‘Hoşbuldum’  dedi genç adam.
Bir kaç dakikalık sessizliği o ses bozdu.
-Boğuluyorum Üstat! 
Ben de dedi meczup.
Ne tuhaf değil mi?
İnsan insana el uzatandır.
Aynı ellerle üzerine toprak atan...
Elimi tut evlat.
Bu eller bu kez toprak atmayacak.
Herkes kendi oyduğu mağarasından bakar dünyaya.
Gördüğü ve yaşadığı her şeyde bir dokunuşu vardır aslında.
Hayat kimsenin ellerine bir paket şeklinde hazır verilmemiştir.
Dünya döndükçe değişim Yaradanın kanunu.
Bir nehir hep aynı yatağa yatamaz.
Rüzgar yönünü değiştir.
O kayboldum sanar.
Ama başka bir yolun yolcusudur bilmez.
Bir tohum doğduğu toprakta yeşermeyebilir.
Aynı güzelliği ve hoşluğu farklı mekanlarda yansıtır.
Bu evrensel kanun her ayrıntıda mevcut.
Ağrılarının seni büyüttüğünü düşünüyorum.
Zira insan bedeni kısa zamanda olgunlaşır hatta farkına bile varmadığın olur.
Ama ruh sancılarla büyür.
Tecrübelerle olgunlaşır.
Ve nihayet başladığı noktaya döner.
Hiçliğe…
Bu olağan üstü tevhidi ve başladığı noktaya dönme kuralı aynı zamanda insanın yolunu bulmasını da sağlar.
Bak seni yaratan sana ne müthiş yol çizmiştir aslında.
Hep aynı yatağa akmasını istediğin hayat seni farklı yollara sürüklemiştir.
Ne yolsuz ne izsizsin aslında.
Sadece biraz yorgun ve dargınsın.
Ama şu hakikati sen de benimle görüyorsun değil mi? 
‘Neyi’?dedi genç adam.
Beni, seni ve bizi hayata bağlayan köklerin, bizi hayattan koparan bıçaklardan daha keskin olduğunu.
Yaralarını saracak kadar envai çeşit ilacın var evlat.
Yaralarına sebep olanlarla baş edebilecek kadar gücün var.
Dedim ya döngü…
Sonbaharı bahara döndüren güce…
Karanlık bulutlardan maviliğe dönen yaşamağa…
İnan.Yaşadıklarını yaşayacakların saymadan inan.
Değişim için yüzlerce sebep varken etrafında, onlara yüz çevirme.
Yüzünü dön.
Gururundan sıyrıl da bir beyaz gelincikten nasihat al.
Ah evladım.
Kimsenin karanlıklara bakan kalbini söküp yerine kandil yakamayız.
Ama yoluna kandil olabiliriz. Ama umuduna gülüşümüzle katkıda bulunabiliriz.
Kimsenin düşmesine engel olamayız.
Kahrına engelde…Ama  düşerken elini tutabiliriz.Hayatında ki pek çok şeye engel olamadığını düşündükçe suçluyorsun kendini.
Sen hatasız değilsin.
Olmuşlar adına yaptığın suçlamaların bugününe yaptığın zalimlikten başkası da değil.
Bugün başka bak. Bugün farklı.
Güneş yine sağından selamlasa bile seni sen başkasın.
Her şey bir yanından umudu fısıldarken sana, sağır taklidi yapamazsın değil mi?
Her şey böylece değişirken aynı karamsar gözlerle manzaranı seyredemezsin.
Durduğun noktayı değiştirebilirsin.
İnsan en çok kendine nankördür.
Bunu yaparsan en çok kendine nankör olursun.
Oysa seni var eden en çok sana merhamet etmiştir.
Her nefesinde en çok şansları sana vermiştir.
Bunu kendine çok görmemelisin.
Daha güzel hissetme ve var olma ihtimalini kendine çok görmemelisin.
Daha güzel sabahları yaraştır kendine.
Toprağından şikayet etmeden önce bir fidan ekmeyi dene. 
Yeşermeyen toprağı utandır gerekirse.
Umut başlı başına tüm hikâyelerin en güzelidir.
İnsana ise pek çok yakışabilir bu hayatta.
Giydiği kıyafetten takındığı tavra…Ama en güzeli umut evlat.
Bunu hiç unutma...

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?