AH VE OF’LU GAZETECİLİK BİZİMKİSİ

15-09-2015

Bir şekilde dün zar zor önce yataktan sonra da evden çıkabildim.

Hiç ama hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden.

Hele hele bu köşe için yazmam gereken yazıyı yazmak için ne bir ilham ve ne de yazacak takatim vardı.

Etrafımızdaki yangın, yaşanan hak ihlalleri, yaşamından edilenler ne moral ne de bir şeyler yapmak için birazcık gayret bıraktı bende.

Yaşananlar gerçekten bizlerin ruh sağlığına, moral motivasyonuna çok ciddi manada etki ediyor.

Çünkü her şeyden önce bizler mesleğimizden, etnik ve siyasi kimliklerimizden, görüşlerimizden önce insanız ve dünyanın en ücra köşesini görecek kadar güçlü bir kalp gözümüz var.

Yazılacak, söylenecek, bağırılacak, hıçkıra hıçkıra ağlanacak o kadar çok şey yaşanıyor ki bu ara etrafımızda.

Bazen tıkanıyoruz, yutkunamıyor ve nefes bile almayacak duruma geliyoruz.

Çoğu kez de yazılarımızı gözyaşları eşliğinde yazıyoruz, Sonsöz Gazetesi çalışanları olarak birbirimizin yazılarını okurken ağlıyoruz.

Ama ne olursa olsun bu olumsuz koşullar tümü ile ortadan kalkmadıkça yazı yazmaya devam etmemiz gerektiğinin de bilincindeyiz.

Bu sorumluluk ve bilinçle her gün yazımı genelde Genel Yayın Yönetmenimiz Hatice Türkan’ın uyarısına gerek kalmadan gazeteye ulaştırırım.

Zor durumda kalmadıkça mutlaka uyarı zamanı olan saat 13.00 olmadan yazılarımı gazeteye ulaştırıyorum.

Oysa dün saat 14’ü geçmesine rağmen Genel Yayın Yönetmeni Hatice Türkan aramayınca "iyi dedim bu günü atlattık" demeye varmadan gazetenin sahibi Ercan Atay aradı ve “yazını bekliyoruz” dedi.

Oysa bu tür işler için genelde arkadaşımız Hatice arardı.

Merakla Ercan beye “siz neden arıyorsunuz" diye sordum.

Ercan bey “Hatice Hanım olamadığı için ben arıyorum ” dedi.

Hatice Türkan ile son günlerde yaşananlarla ilgili hemen hemen aynı derecede üzüntü ve kaygıları taşıdığımızdan dolayı işe gelmeme sebebini kendimce tahmin ettim. 

“Hatice’nin sokağa çıkma özgürlüğünü kimse elinden almadan, son yaşananlara karşı o kendini tepki olsun diye eve hapsetmiştir” diye düşündüm.

Meğerse doğru da tahmin etmişim.

Sıkıyönetim dönemlerinde bile yaşanmayan sokağa çıkma yasağı ve üstüne üstelik ölümler Hatice’nin de canını çok sıktığından o da 3 gün üst üste dünya ile iletişimini keserek eve hapsetmiş kendini.

Tüm bu yaşananlar karşısında tepkisini bu şekilde ortaya koymaya karar vermiş.

Bir kadın olarak Hatice bizden daha da çok yaşananlardan etkileniyor ve üzülüyor belli ki.

En son kendisi ile konuştuğumuzda “sadece yazmak yetmiyor silahların susması için de bir şeyler yapmak gerekir,  Cizre de, Silvan da insanlar silah  sesleri arasında evlerine haps edilirken, burada eli kolu bağlı kalmak canımı sıkıyor” demişti.

Evet hepimizin canı Hatice gibi yanıyor.

 Her silah patladığında, ölüm haberi aldığımızda önce bir ahhhhhh ve sonra da bir öfffffffffffff çekiyoruz.

Ahlar ve oflar içerisinde gazetecilik yapan bir ekibiz biz yani.

İnsanı yaniı gazeteciliğinin ve yazarlığının önüne geçen bir ekip!

Bizi bir arada tutan da budur.

Çok zor şartlara rağmen yazma gücünü tam da bu özelliğimizden alıyoruz.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?