AK PARTİ İLE CEMAAT MESELESİ

09-07-2014

AK Parti hükümeti 2002 yılında kurulduğunda, kadrolarının büyük bölümü  “Fethullahçılar, Gülen Cemaati, hizmet hareketi” gibi değişik isimlerle adlandırılan kesimden oluşuyordu.

Kurulduğu günden bu yana üst üste yedi seçim kazanarak Türkiye’de hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir başarı elde eden AK Partinin başarısında şüphesiz ki cemaatin rolü ve etkisi büyüktü.

AK Partinin kurucularının önemli bölümü her ne kadar mili görüş geleneğinden gelse de bir taban ve kadroya sahip değildi.

Devletin en kritik kadroları yıllarca “gülenciler” ile dolduruldu. 

Gülen cemaati de bu süreçte hiç tahmin edilemeyecek kadar büyüdü gelişti, kurumsallaştı itibar sahibi oldu.

Kadroları, iktidarın bütün nimetlerinden gözü kara bir şekilde faydalandı.

Bir anda Türkiye’de inanılmaz bir güç haline geldiler.

Bu da iktidar ve güç sarhoşu olmalarına neden oldu. 

Birçok kurumun en üst zirvesinde yetki ve makam sahibi olup, ülkenin yönetilmesinde söz sahibi olmak gibi bir konum iyi gelmedi onlara.

Öyle güçlendiler ki, devlet içerisinde güç kavgası baş gösterdi.

Zamanla güç kavgası da yol ayırımı ve büyük bir çatışmaya dönüştü.

Bir yıl önce birileri çıkıp “Bu ülkede bir gün AK Parti ve cemaat çatışması yaşanacak” deseydi kaçımız inanırdık acaba?

Başbakanın her konuşmasında “paralel yapı” diyerek saldırdığı Gülen cemaatine dair sarf ettiği sözler, cemaat kurumları ve ona bağlı medya gruplarının iktidara karşı başlattığı karşı saldırı, aslında iktidar hırsı, yetki ve güç savaşının ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.

Ülkenin başbakanı her fırsatta daha önce can ciğer olduğu cemaat kadrolarını ve liderine haşhaşılar benzetmesi yapması ne olursa olsun doğru bir yaklaşım değildir.

“Paralel yapı devleti ele geçirmişti, devletin içine sızmıştı, inlerine kadar ineceğiz” gibi sözlerle saldırılar meşrulaştırılıyor.

Ama bu yaklaşım sadece Fethullah Gülen ve cemaatine değil, başbakan ve AK Partiye de zarar veriyor.

Ortada bir suç ve suçlu varsa hukuk devleti içerisinde bunun hesabını soracak kurum ve yöntemler bellidir.

Başbakan’ın talimatına gerek kalmadan gereğini yapmalıdırlar.

Yakın tarihte KCK, Ergenekon, Oda Tv gibi davalarda siyasi mekanizma ve yönlendirmelerle hukuka-mahkemelere havale edilmesinin nasıl sonuçlara yol açtığını gördük.

Umarım bu mesele beraberinde yeni mağduriyetler yaratmadan ve ülkenin gündemini daha fazla meşgul etmeden mantıksal bir çerçevede biran önce çözülür. 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?