ASLAN İLE ÇAKAL ŞÊR’Ü ROVİ

27-11-2020

Bu yazımda bir Türkçe, bir Kürtçe olmak üzere iki hikâyeyi size yorumsuz olarak size anlatacağım.
Evvela size Kürtçe bir hikâye olan Şêr’ü Rovi’nin, yani aslan ile tilkinin hikâyesini anlatacağım.
Kendisini ormanların kralı olarak gören aslan, ormanda yaşayanların güvende olup olmadığını kontrole çıkar.
Zavallı hayvanları avlayan bir avcı gurubu ile karşılaşır
Hiç tereddütsüz ormandaki hayvanları korumak için avcılara saldırır, avcılar da acımasızca silahlarına davranır ve aslana ateş ederler.
Aslan, aldığı kurşun yaralarına rağmen avcıları ormandan püskürtür.
Bu arada aslanı perişan halde gören tilki;
“Ne oldu ormanın kralı? Ne bu halin?” diye sorar.
Aslan da cevap olarak bir gurup avcı ile savaştığını söyler.
Kurnaz tilki, manalı bir şekilde aslana;
“Ben de bizim tilki ailesi ile savaştığını sanmıştım” der.
Aslan da;
“Beni bedenime isabet eden bunca kurşun öldürmeyecek. Öldürse öldürse senin bu sözlerin öldürür” diye cevap verir.

Aslan ile çakalın hikâyesi ise şöyle;
(Bu hikaye hikayeler.com’dan alınmıştır)
Aslan, öğlenin sıcağı ortalığı yakıp kavururken, bir ağacın gölgesine uzanmış yatıyordu. 
Her gün ava çıkar, her çeşit av yakalar ve yiyerek karnını doyururdu.
Biraz sonra uzaktan çakal görünür.
Aslan çakalı görünce sinirleri bozuldu. 
Hiç sevmiyordu bu çakalı, miskin uyuşuk ve pısırıktı. Aslan çakalı görünce mırıldandı:
– Geliyor yine mıymıntı şey!
Çakal hızla aslanın yanına geldi ve durup sordu:
– Hey aslan! Ava çıkmıyor musun?
Aslan duymamış gibi davrandı ve hiç cevap vermedi. Çakal sorusunu tekrarladı:
– Aslan, sana soruyorum; avlanmayacak mısın?
Aslan iyice sinirlenmeye başlamıştı:
– Sanane be! Avlanacaksam da avlanmayacaksam da kendime. Seni ne ilgilendiriyor?
– Olur mu öyle şey? sen avlanınca ben de nasipleneceğim. Senin yiyemeyip de bıraktığın artıkları yiyerek karnımı doyuracağım.
Aslan, bu yüzsüzlük karşısında çileden çıkmıştı. Bu pişkin çakal bir de yaptığı bu gurursuzluğu açıkça söylüyordu. Aslan kükredi:
– Be tembel ve aciz mahluk! Gelir beni avlanmaya ikna etmeye çalışana kadar sen git avlansana. Tanrı sana diş vermiş, pençe vermiş. Gir tavşan avla, kuş avla.
Çakal gülümsemişti:
– Neden avlayacakmışım? Avlanırken çok yoruluyorum. Oysa senin avının artıklarını yerken hiç yorulmuyorum.
Aslan, bu sözleri duyduğuna inanamıyordu:
– Yahu hem bedava yiyecek yiyorsun. Hem de marifetmiş gibi geçip karşıma anlatıyorsun. Hiç utanmıyor musun?
Çakal utanmışa ya da utanacağa benzemiyordu:
– Neden utanacakmışım? Benim için önemli olan yiyeceği ele geçirmek ve yemektir. Karnım tok olduktan sonra başka kafama takacak bir şey yoktur ki!
Aslan bu çakala artık sadece acıyordu: 
Çakaldan tiksinen bir yüz ifadesiyle:
– Böyle asalak gibi yaşamak hiç onuruna dokunmuyor değil mi? Hiç bir şeye faydan olmadığı gibi, kendin de hiç bir işe yaramıyorsun. Herkes seninle alay ediyor. Hiç kimse tarafından ciddiye alınıp adam yerine konmuyorsun, böyle olduğu için de hiç bir yerde sözün dinlenmiyor, konuştuklarına önem verilmiyor. Sen nasıl yaşıyorsun bu hâlde?
Çakalın yüzsüzlüğü artmıştı:
– Karnım doyduktan sonra bunların hiçbirini düşünmem.
Aslan büsbütün delirmişti. Şu sünepe ve asalak hayvanın tek derdi karnıydı. Onur, gurur ve büyüklük kavramlarından habersizdi. Aslan, bir anlık sinirle yerinden kalktı ve çakalı parçalayıp öldürdü. Aslan, çakalın ölüsünü oracığa bırakıp girmişti. Biraz gezip döndükten sonra baktı ki diğer çakallar gelmiş az önce kendisinin öldürdüğü çakalın leşini yiyorlar. Aslan hiddetle sordu:
– Siz kendi arkadaşınızın cansız bedenini gömeceğinize yiyor musunuz? Ayrıca arkadaşınızı ben öldürdüm. Neden benden intikam almaya uğraşmıyorsunuz?
Çakallar, kendilerine has sinir bozucu sesleriyle ciyakladılar:
– Bizim için önemli olan karnımızın doymasıdır. Bu yüzden onu gömmeyiz ve yeriz. Ayrıca sana da düşman olmayız. Bizim bugünlük yiyeceğimizi çıkardın. Neden düşman olalım ki sana?
Aslan, geri dönüp giderken düşünüyordu: 
Bu çakallar ne kadar rezil, yüzsüz, nankör, vefasız ve alçak yaratıklardı. Asalak gibi onun bunun sırtından geçinmeye utanmadıkları gibi, arkadaşlarının cesedini yemekte de bir sakınca görmüyorlardı.

Biri Türkçe birisi Kürtçe iki güzel hikâye tam da günümüzde karşılaştığımız insan görünümlü çakal ve tilkileri ne de güzel özetliyor değil mi?

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?