HER GÜL, GÖZ YAŞINA KENDİ RENGİNİ VERİYORMUŞ.

27-09-2017

Mezopotamya’nın bereketli topraklarında yetişen güller gibisi yoktur dünyada her halde..

Renkleri, kokusu, ahengi başkadır.

Sanırsın her biri yediveren güldür.

Baharda cemrenin başlangıcı ile ilk tomurcuklarından fışkırır güller.

Karlar düşünceye kadar renk verirler hayatımıza.

Renkleri arasında ayırım yapmadan her gülü severim.

Çünkü bana göre her gül, güzel bir düş gibidir.

Düştür, umuttur, barıştır, masumiyettir.

O yüzden değer verdiklerimi sadece gülere emanet ederim.

O yüzden keşke gül koksaydı her taraf, güllerin masumiyet tüm dünyayı sarsaydı.

Keşke her taraf gülistan olsaydı.

Ve güller hiç solmasaydı, kurumasaydı.

Kuruyan gülleri görünce hüzün sarar beni.

O yüzden kuruyan güllerin yapraklarını topladım bu yaz boyunca.

Kışın güller göçünce bir cam kavanozda sakladığım kurumuş gül yapraklarına bakacağım hep.

Rengarenk güllerinden kurumuş yaprakları duruyor başucumda.

Sarı, Kırmızı, Mor gül yaprakları.

Sonradan fark ettim ki içlerinde sadece beyaz gül yaprakları yokmuş.

Bu yüzden bahçede yaprak dökecek gülleri gözlüyordum bir süredir.

Dökülünce yapraklar, beyaz gülleri de kavanoza bırakacağım.   

Çünkü hiçbir zaman dalından gülü koparmadım.

O kadar güzel ve masum duruyorlar ki dallarında, kıyamıyorum

Saygılıca kokluyorum, yapraklarına sadece dokunuyorum bazen.

Sonbahar geldi ya, artık güllerin de göç etme mevsimindeyiz.

Penceremin tam karşısındaki rengârenk güllerin tomurcukları, mevsimin son güllerini açıyor ardı ardına.

Gözlerimi ayıramıyorum onlardan.

Bir baharın gelişini müjdeliyorlar adeta.

Her umutlu bir ruh halindeler.

Uzaktan uzağa güllerle göz göze bakışmamız bazen dakikalarca sürüyor.

Gözlerinin içine her baktığımda tarifsiz bir heyecan duyuyorum.

Göz bebeklerindeki masumiyet, beni benden alıyor sanki.

Bu yüzden gülleri inanılmaz derecede seviyorum.

Sanki benim kavanozumdaki eksikliği gidermek için bahçede ağacından ayrılıp yere düşen bir beyaz gül dalı ile karşılaştım.

Dalında 4 gül, 4 de açılmamış tomurcuk var.

Kurumasın diye bir bardak suyu yarılayıp bardağın içine dalının en kalın bölümünü bıraktım.

Beyaz bir gül ağacının küçük bir dalı bu.

Ama sanırsın ki bütün odayı kaplamış.

O kadar kocaman ve güzel görünüyor ki gözümde, bu yazıma da ilham oluyor.

Gözüm hep onda, ellerim klavyede, başlıyorum bu yazıyı yazmaya.  

Gül dalının, çok hüzünlü ve suskun bir hali var sanki.

Dallarındaki güllere bakınca gözlerinin benim gözüm kadar yorgun olduğunu hissettim.

Bunu fark ettiğimi anlayınca da gözlerinden iki damla yaş akıyor birden.

İlk kez bir gülün ağladığını şahit oluyorum.

Gözyaşlarının rengi de beyaz, süt beyazı…

Demek ki her gül, gözyaşına kendi rengini veriyormuş.

Masamda duran hüzünlü, beyaz gülün ağlamasından bunu da öğrenmiş oldum.   

Yan yana dizilmiş bembeyaz güller ve bir sürü henüz açmamış tomurcuk ve yemyeşil yapraklarıyla bir gül dalı, günlerdir öylece duruyor.

Toprakla bağlantısını sağlayan, ona yıllar yılı can veren ağacından ayrı, daha ne kadar yaşar bilmiyorum. 

Suskun bakışlarından, sessiz duruşundan henüz ruhunu yitirmediğini anlıyorum.

Sevinçlerin az, bereketin çok olduğu bir coğrafyanın hüzünlü gülüdür bu.

Dokunmak istiyorum o narin yapraklarına arada bir.

Belki uyuyor, uyandırmayayım diyorum.

Ya da dokunsam belki canı yanar diye vazgeçiyorum.

Yanaşıp kokusunu bir daha bir daha çekiyorum içime.

Sanırsın ki cennet kokusu.

Bunca sıkıntıdan kurtulmama yardımcı oluyor.

İstemeye,  istemeye yapraklarının dökülmesini bekliyorum

Çünkü tüm renklerin bulunduğu cam kavanozda, artık beyaz güller de yetiştirmek istiyorum.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?