TOPRAKTAN NE GÜZEL BİR EVİMİZ VARDI…

29-11-2017

Üstü toprak,
Duvarları toprak,
İçi toprak olan bir evde doğup büyüdüm ben.
Sadece bizim ev değil, köydeki bütün evler öyleydi.
Topraktan olan evimiz sayesinde kışın çok üşümüyor,
Yazın da sıcaklığı pek his etmiyorduk,
O zamanlar henüz elektrik yoktu.
İki gözlü evimizi geceleri aydınlatmak için yakıtı gazyağı olan bir lambamız ve bir çıramız vardı sadece.
Misafir olmadığı zaman da lambamızın ışığını kısardık.
Böylece gazyağını idareli kullanırdık.
Her akşamüstü birimiz, ipeksi bir bez veya gazete parçası ile lambanın camını temizlerdi.
Tabi herkes bunu yapamazdı.
Biraz ustalık isterdi lamba camını temizlemek.
Çünkü çok cam inceydi, temizlenme esnasında her an kırabilirdi.
Genelde camın yedeği de olmazdı.
Kırıldı mı da birileri şehre gidene kadar karanlıkta kalırdık.
Cam gelene kadar çıra ile idare ederdik.
Çıranın camı olmadığından pek aydınlatmıyordu,
En ufak rüzgârda sönüyordu,
Camsız olduğu için çok yakıt yakıyor ve üstelik dumanı da rahatsız ediyordu.  
Bu yüzden her evin en değerlisi, lambalardı, en başköşede korunurdu.
Yazın lamba ile pek işimiz olmazdı.
Çünkü geceleri evin toprak damında yatardık.
Dam üstünde tahtlarımız vardı.
Bizim için vezir tahtından daha kıymetliydi. 
Yemeğimizi tahtın üzerinde yer, 
Orada dinlenir, 
Gözlerimiz yorulana kadar yıldızları seyre dururduk,
Sonrasında da yatardık.
Yaz boyunca topraktan yapılan testilerimiz, gecelerimizi geçirdiğimiz damda, yanı başımızda dururdu hep.
İçindeki su, buz gibiydi.
Sonbaharın ilk yağmurları ile dam sefamız biterdi.
Kışın damlar akmasın diye onarımdan geçirirdik.
İki senede bir damımızı bol samanlı çamurla yeniden sıva yapardık.
Toprak evlerimizde sadece biz barınmazdık.
Serçeler de damlardaki sapların arasında yuva yaparlardı kendilerine.
Kış mevsimlerinde sabahların gelişini, onların yuvadan çıkarken çıkardığı hışırtıdan anlardık.
Her sabah tavuklara yem verirken aynı evi paylaştığımız serçeleri de unutmazdık.
Anlatacaklarım asırlar öncesi gibi gelebilir size.
Emin olun sadece 30 yıl önceki yaşamımdan bir kesittir bu yazdıklarım.
Bize en yakın komşumuzdan daha yeniydi evimiz.
Evde çıkan yangın yüzünden evimiz, içindekilerle kül olduğundan kendimize yeni bir ev yapmak zorunda kalmıştık.
Evdeki yangını da ben çıkarmıştım.
İki gözlü evimizin giriş odası, birçok işlev görüyordu.
Mutfak, banyo ve yazlık oturma yeriydi.
Bir kısmında da yetiştirdiğimiz tütünü kış mevsiminde deste yapana kadar asılı bekletirdik.
Tütünün yanı başında şömineye benzer, üzerinde su ısıtılan, yemek pişirilen, çamurdan yapılmış bir ocak vardı.
Kışın bu ocakta hem yemek pişirir hem de etrafında oturur, ısınır, elimizdeki çubuklarla ateşle oynardık.
Bir oyun esnasında tahta çubuğun ucu alev aldı.
Alevi söndürmek için duvara vurunca bu kez kıvılcımlar tütüne sıçradı, evimiz bir anda alev topuna dönüştü, canımız hariç hiçbir şeyi kurtaramamıştık evden.
Yoksulluğumuzun üstüne bir de evsiz kalmıştık.
Ama o zamanlar her şey doğadan parasız geldiği için yeni bir ev yapmak zor olmamıştı.
Yanan evimizin yerine kerpiçten yaptığımız evde çok güzel bir de yaşamımız oldu.
Her kış geldiğinde o günlerin özlemini daha çok duyarım. 
Kış mevsimlerinde etrafında çember oluşturduğumuz sobanın ısısı ile küçücük odamızın camları buharlanırdı. 
Uzun kış gecelerinde buharlı camlara hayallerimizi, umutlarımızı resimlerdik.
Şimdi ise umutlarımızı yeniden yeşertecek ne kerpiç bir ev ne de buharlı camlarımız var.

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?