YİTİRİLMİŞ ÇOCUKLUĞUM

19-09-2014

Anılar insanlar ile mazileri arasında bir duygu köprüsüdür.

Acısıyla, tatlısıyla yaşanmışlıkları barındırır kucağında. Ak ile kara, su ile ateş arasındaki tezatlıkların resmini çizer yaşanmışlıklar.

Çoğu zaman ertelenmiş ya da yaşanması bir başka bahara kalan mutluluklar vardır.

Benim çocukluğum ile oyun oynamak arasında dikenli teller vardı adeta.

Koşturup yaramazlıklar yapmayı hak edecek bir mazim olmadı. Hayatın ağır meşgalesinden vakit bulduysam eğer kaçamak oyunlar onardım.

Toprak kokardı, su kokardı, yasak kokardı çocukluk oyunlarım.

Hiç unutmam bir gün Ömer ve Harun adındaki arkadaşlarımla kırda kuzu otlatırken küçük bir su akıntısını bulmuş, topraktan köprüler ve değirmenler yapmıştık.

Biz oyunun tadı ile demlenirken kuzularımız bir köylümüzün tarlasına girmiş, bunu gören köylümüz yaşımıza başımıza bakmadan bir güzel dövmüştü bizi.

Ne yani çocuk olmak suç muydu? Sorgusuzca koşup, kirlenip hatta terleyip hasta olmak suç muydu? Daha ömrümün baharının başında, omzuma yüklenen yükleri taşımayı bitirmeden oyun oynamayı hak etmemiştim.

Tam “şimdi zamanı” dediğimde bu defada çocukluğum geride kalmıştı. Bu da yetmezmiş gibi koşup yaramazlıklar yapmak içimde bir sancı olarak kalmıştı.

Ne zaman ki mazime kırık dökük aynalardan baksam içim burkulur, gözlerim nemlenir, sonra mı? Ağlamak da suç mu yani?

Bir defasında da Ömer ile dağ elması toplamak için ailelerimizden izinsiz dağ yolunda bulmuştuk kendimizi. Köyden iyice uzaklaşmıştık ki bir tilkiye rastlamış ve onu kurt sanıp tilki ile ters yönde koşmaya başladık.

Meğer garibim de bizden korkmuş bizim aksi yönümüze doğru koşmaya başlamış.

Derken biz dağ elmalarını toplayıp eve dönüş yoluna düşerken güneş batmaya başlamış, aydınlık yerini karanlığa bırakıyordu.

Uzaktan görünen köyümüzdeki ev ışıkları bize hem cesaret veriyordu hem de aradaki mesafenin uzak oluşu bizi bir hayli korkutmuştu.

En ufak fısıltı bizi daha da korkutmaya başlamıştı ki çözüm olarak kara lastik ayakkabılarımızı çıkarıp elimizde taşımaya karar vermiştik.

Çok karışık bir duygunun içerisinde ağlaya ağlaya, dua ede ede, el ele tutuşup köye varana kadar “ailemizden izin almadığımız için bu cezayı hak ettik” deyip düşe kalka devam ediyordu yolumuz.

Köye vardığımızda saat gecenin 12’sini gösteriyordu. Ömer’in ailesi ile bizimkiler bir olup haber salmadık yer bırakmamışlardı. Neyse ki eve kazasız belasız varmıştık.

Önce okkalı fırça ardından yemeğimizi yiyip uyumuştuk. Dedim ya çocuktuk ve o gün bir çocukluk yapmıştık. Çocukluğumuzun en uzun günü böylece hafızamıza korkuları mürekkep yapıp kazmıştık.

Okul zamanı tatil zamanıydı kırsal kesimin yoksul çocuklarına. Yaz tatili kavramını sonradan televizyonlardan ve öğretmenlerimizden öğrendik.

Yoksunluğumuz en büyük varlığımızdı ama bize zorunlu olarak yalan söylemeyi de öğretmişti. Ortaokulu şehirde okurken, okulun ilk haftasında klişeleşen “yaz tatilinde neredeydiniz ve ne yaptınız” sorusu istemeye istemeye yalana sürüklüyordu kırsal kesimin, yüksek rakımlı çocuklarını.

Memur çocukları yaz tatilini turistik yerlerde bilmediğimiz oyunları oynayıp, hafızamızda bile canlandıramayacağımız kadar değişik yerleri gezerken, bizler de “hocam yazın kırda hayvan otlattım, tarlada çalıştım” diyebilir miydik acaba?

Hayallerimiz, oyunlarımız ve tatil için yalandan söyleyeceğimiz yerlerin çevresini fakirlik, yoksulluk çevrelemişti. Evet, yalan söylemiştik ama dediğim gibi biz çocuktuk

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?