Not:Bu hikaye yaşanmış bir olaydan yani gerçek hayattan alınmıştır.
Bingöl Sultan Ana Lisesi'nin kocaman ve şiir yürekli müdür yardımcısı Selahattin gözünü Bingölün öksüz dağlarına ve yetim ormanlarına dikmiş elinde açtığı dosyaya bakıp bakıp defalarca okuyor ve ağlıyordu. Bu Memet'in Urla Miili Eğitim Müdürlüğü'ne ve İzmir Milli Eğitimin Müdürlüğü'ne defalarca yazdığı dilekçenin ta kendisiydi....
Yıllar yıllar önceydi sene aşkların önce ihanete sonra intihara durduğu, gebe kadınların karınlarının deşildiği ve yüzlerin hiç gülmediği senelerdi. Bingöl'ün dağları Yaşar Kemal olmuş, yemyeşil ormanları Apo Musa olmuş kürtçe ıslık çalarak Memet'i dağlara çağırıyordu.İnce Memet 5 Bingöl'ün dağlarında kaleme duracaktı bir efsanenin en zayıf yüreğinde.Zaten burda kartallar bile hep yaralıydı ve yürekleri kanıyordu.yiğitler hep avlanma hakkı gaspedilmiş bir aslan sancısında ve ceylanı an(la) ma gecesinde. Yaralar hep kanar, hiç kabuk tutmaz buralarda. Yaralar derin ve ağır kurşun renkli kahpe geceler gibi. Burası Bingöl, bin yara.Bin yaraya şifa bin merhem. Kar bir diz boyunu geçmiş, gündüz gündüz olmasa mı buralarda hiç deyip yine haram ve harami geceler misali günlerden birini yaşıyordu. Memet yerinde duramıyor. Ders anlatamıyordu, gözbebekleri büyümüş üstelik gergindi.Nefes alamıyordu kalbi çarpmıyordu adeta. İki sene önce İzmir otogarından anesinin yuvarlak simsiyah gözyaşları ve babasının kıpkırmızı gözyaşlarıyla uğurlanmış Urla'da öğretmenlik yapan bıyıkları terlemeye isyan duran bir öğretmendi.Yüzlerce dilekçe yazmış, başvurmadığı yer kalmamış lakin hiçbir olumlu cevap almamış hatta gittiği her yerde Gregor Samsa(F. Kafka'nın Dönüşüm kitabında dev böceğe dönüşen insan ki insanken bile insan muamelesi göremeyen ) muamelesi görmüştü. İstemeye istemeye şark görevi diye gönderilmişti Bingöl'e;ama gel görki Bingöl geceleri çok soğuk ve hep karlıydı. Üstelik Urla gibi yakamoz da yoktu denizinde, aşk da kokmuyordu esmer göklerinde. Yer gök ateş fışkırıyordu ve Memet henüz daha hüznün 27 yaşındaydı, deliliğe destanlar dizilirken Bingöl'ün duygu köşelerinde.Kararını verdi ve öğrencilerine aldığı sobanın üstündeki kestanelerden birini ikiye bölüp yarısını ön sıradaki Abdullah'a verip yarısını ağzına attı. Sonra gözlerinden dökülen annesinin gözyaşlarını tutamadı ;babasının gözyaşlarını ise unuttu bir anlık boşluktan dolayı;yoksa onlarsız, hiç ağlamazdı eşit aşk ve eşit sevda adına. Çocuklar hepinizi ayrı ayrı çok seviyorum, hakkınızı helal edin;ben gidiyorum, belki bir daha görüşemeyebiliriz dedi. Öğrenciler hocam ne olursunuz bizi bırakıp gitmeyin diyen gözlerle ağlıyordu.. Hepsini kucakladı tek tek sarıldı ve öptü.Sonra çıkıp yürümeye başladı.Sezai öğretmenin arkasından koşup öğretmenim ne olursunuz yalvarırım gitmeyin dedi. Memet artık gitmek gerekir en yakın diyarlardan en uzak diyarlara Sezai dedi. Nereye hocam, nereye gitmek gerek?uzun bir sessizlik ve sonrası, yar-a bir yar-a-sa. Bembeyaz karlarla örtülü dağların yücesinde meleklerle buluşmaya gitmek gerek melekleri bekletmemek gerek Sezai dedi. Sezai hiçbir şey anlamamıştı bütün çocuklar gibi. Sadece ağlıyordu çünkü öğretmenini çok seviyordu herkes gibi. Paltosunun heybesinde aşk biriktirmişti, sevgi koleksiyonu yapmıştı Memet.Ondan da üstümde merhamete dair ne varsa kurtulmam gerekir deyip köyünün çıkışındaki çobana bırakıp yürümüye devam etti. Kapkara kömür gözlü Ayşe yolunu kesip defalarca nasılsın diye sordu o ise Ayşe'ye sadece hıçkırık şeklinde çıkan sesiyle ve sırf Ayşe'yi sevdiğinden öğrendiği küçük bir kürtçe şiirle cevap verdi.
Nebije çawayi Nizanım Çawanim Ez bırındarım kulbirinim Ez bırındarım kurdinalım
Sonra, da Ayşeye gülümseyerek Memo gitti, Çu Çu Nema Memo deyip arkasına bakmadan dağların açılan kollarına bıraktı kendini Kardeşliğe hasret ormanlık alandan. Bir daha da kimse izine rastlamadı.Hiçbir haber alınamadı.. Anası körolası Memo babası yetim kalası Memo nerelere gittin. Bütün ısrarlara rağmen her yer kara, güneş kapkara. Hava şartlarından öne süren jandarma da ekip çıkarmıyordu.. Selahattin öğretmen artık bu sessizliğe ve habersizliğe dayanamıyordu.Bütün öğretmenlerle konuşup hepsini ikna etmiş tek tek ve e öğrencilerle de ekip oluşturup onu aramaya çıkacaklardı dağlara. Eksi 20 derece hüzün kokuyordu her yer. Burda soğuklar her an ihanete edebilir diye eller gözler her yer kapatılmış ,fenerle ellerde herkes aramaya bir it hazırlığında. Selahattin o babacan ve yakışıklı hatip kıskandıran davudi sesiyle canımızı ciğerimizi iki gözümüzü bulmadan dönmüyoruz arkadaşlar dedi. Herkes dağılıp ayrı yönlere doğru yürümeye başladı. Bir umut işe bin umut ile . Bir düş ile bin düş ile. Sevda ile. Aşk ile. orman 29'a dağlar 30'a bölünmüştü adeta, gerçi bıraksalar bir kasap sessizliğinde kuzuların da sessizliğinden istifade yüz parçaya bölüneceklerdi. Karanlık basmış ama hiçkimse geri dönmüyordu. Derken 14. Saatte bir ses duydular bu Sezai'nin sesiydi ezanvari sesiydi. Sanki dağlar inliyordu, inleye inleye ağlıyordu Memet öğretmeninin cesedi başında.Sezai sanki onu takip etmesi için bir gün önce yaptığı ve aynı gün okuduğu ve her adımda bir kağıt bıraktığı yazılı kağıtlarını takip ede ede bulmuştu öğretmenini.Hansel ve Gretel'in evin yolunu bulmak için yola bıraktıkları çakıl taşları ve ekmek kırıntıları gibiydi sanki bütün düzenek. Ama bu sefer bulunması gereken bir ceset için yola bırakılmıştı kağıtlar sanki tek tek ve özenle.En düşüğü 80 olan kağıtları yüksek sesle okuya okuya ve ağlaya ağlaya ilerliyordu Sezai. Ali Rıza 80 Aylin 85 Ayten 90 Mahmut 95 Gani 85 Abdullah 90..... Ve böylece devam edip giden liste.. Son kağıdı eline aldı Sezai 100 diyecek oldu diyemedi, boğazı düğümlendi, sözcükler bittiği yerdeydi artık;öğretmenin cansız bedenine kilitlendi ve öylece kalakaldı yüreği. Memet bütün elbiselerini çıkarmış ve bir melek gülüşünde ellerini usulca başının altına koymuş anne cerni pozisyonunda uyumuş kalmıştı bir çocuk tebessümünde. Sonra çok sonraları bir gün ormanı dağ eyleyip karları ve dağları cellat eyleyen bembeyaz karlara boynunu ve yüreğini teslim etmiş pırıl pırıl 17 sinde bir genç gördüler.. Tıpkı ümit Yaşar Oğuzcan'ın Galata Kulesi'ndeki oğlu Vedat gibi 17'sizdeydi henüz Sezai.... Selahattin'nin gözlerinden dökülen yaşlar damlıyordu kırmızı balık dosyaya ve son kez sesli okuyup kapattı dosyayı Selahattin ağlamak için bir dahaki sefere açmak üzere. Ne olursunuz beni doğuya göndermeyin annemden babamdan uzaklarda ben çok üşürüm.Hem oraların dağları ve ormanları çok soğuk.Ben biraz dengesizim biraz da deli olabilirim.Buralarda bazı bazı kayboluyorum, bulamıyorum evimin yolunu iki üç gün. Dağlarda, ormanlarda uyuyorum; ama buralar sıcak. Oralar ise insanı sıcak dağları çok soğuk. Ne olursunuz beni oralara göndermeyin. Biliyorum bir gün yolumu kaybedeceğim dağlara sığınacağım ve sonra ancak çıplak bir vaziyette cesedimi bulacaksınız....