ABLUKA

29-06-2016

Uzun zamandır film izlemiyordum. Taht oyunları adlı diziyi bitirmekle meşguldüm nihayet bitirince, oturup indirdiğim filmlerden bir iki tanesini izleme fırsatı bulabildim.

Bu filmlerden biri Abluka adlı film, biraz bundan bahsetmek istiyorum.

72. Venedik Film Festivali’nin ana yarışma bölümünden Jüri Özel Ödülü’yle dönen, Emin Alper’in yönettiği Abluka adlı film, SİYAD’ın (Sinema Yazarlar Derneği’nin) Türkiye Sineması Ödüllerinden 4 kategoride ödüle layık görülünce ben de merak ettim.

Ödül öreninde Emin Alper’e ödülünü Murathan Mungan verdi ve güzel bir serzenişle tam yerinde bir soru sordu.

Gezi’nin öyküsüne sahip çıkanlar Sur’un, Cizre’nin, Amed’in hikâyelerine neden yabancıdır. Sur’un, Cizre’nin, Amed’in öyküsüne sahip çıkmayacak mı?” dedi.

Emin Alper ise, ödülünü alırken, “Barış hemen şimdi!” dedi. Mungan’ın çıkışını ve çabasını karşılıksız bırakmadı.

En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerinin her birini hakkıyla kazandığını düşündüğüm filmi izlemenizi tavsiye ederim.

Gerek oyunculuklar gerekse de sizi içerisine çeken içerinize nüfuz eden hikâyesiyle her birimizin, her bir Kürt evladının yaşadığı ablukayı güzel anlatan acıyla işleyen bir film.

İfade edilmese de İstanbul’da geçtiği hissettirilen hikâyede Kadir adlı adam, 22 senelik hapis cezasının 20 senesini doldurmuş son iki senesi kalmışken şartlı tahliyeyle serbest bırakılmıştır ki. Tahliyenin şartı da hepimizin malumudur.

Polise muhbirlik yapma koşuluyla serbest bırakılan Kadir, bir taraftan belediyede çalışan ve eşi tarafından terk edilen kardeşiyle ilişkisini canlandırmaya çalışırken, diğer taraftan örgütlü sol bir yapı içerisinde aktif olarak bulunan ev sahibi çiftle ilişki kurmaya çalışmaktadır.

Film bir insanın fiziksel ablukanın ötesinde gerek sosyolojik gerekse de psikolojik açıdan nasıl ablukaya alınıp kıstırıldığına dair güzel bir örnek olmuş.

Neredeyse bir asrı bulacak bir ablukayla çevrilmiş bir coğrafyada doğup büyümüş bir insan olarak, son bir yıldır saçma sapan hendekler ve devletin saçma sapan hendek savaşlarıyla ablukanın artık hayatımızın en küçük alanlarına bile nüfuz ettiğinin farkındayım.

Ve biraz olsun gündemi takip edip, Türkiye’nin yakın siyasal tarihiyle ilgili az buçuk fikri olan her birimiz de biliyoruz ki bizi bu ablukayla yaşamaya o kadar alıştırdılar ki bu ablukada ölmek için elimizden geleni yapıyoruz.

Ablukalar içerisinde yaşama becerisi dışarısında ölmek becerisiyle eş değer olmuş.

Onun içindir ki ablukaları kaldırıp serbest bırakıldığımız an kendi ablukalarımızı kurmakta hiç gecikmiyor. İçerisinde ölmeye alıştırıldığımız tutsaklıklarımıza geri dönüyoruz.

Son bir yıldır coğrafyamızda onu da geçtim tüm ülke genelinde yaşadığımız hal bu değil midir?

Onlarca nesildir tutsak yaşamaya alışmış bir halkın özgürleşmesi için kaç nesil geçmesi gerekin bir düşünün derim.

O nesiller geçip gidene kadar kaç abluka özlemine sığınacak dilinde özgürlük sloganlarıyla bu halk.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?