DEVLETİN DERDİ MİLLETİ GERDİ

18-08-2016

Onca gözaltı ve tutuklamanın ardından milletin uykusu kaçmıştı.

Devlet bunca insanı nereye koyacak. Yeterince cezaevi yok.

Ne olacak şimdi diye dertlenenler az değildi.

Mahalle aralarında, sokak başlarında, tandır önlerinde, kapı önlerinde, kurulan kadın komisyonlarına kadar iş uzamış, neredeyse çitlenen çekirdek kabukları dağ olup birikmişti. Çay ocaklarında cezaevi yetersizliği öyle çok konuşulur olmuştu ki çay bardakları boşalmadan soğuyup kaldırılır olmuştu. 

FETÖ nefreti, devleti öyle aklayıp paklamıştı ki o ceberrut devletin yıllarca başörtüsünden ya da Kürtlüğünden ötürü kan kusturduğu o millet, devleti sahiplenmiş bayrağını seccade kılıp secdeye inen alnının altına sermişti. 

Hatta bu aidiyet duygusu o kadar gelişti ki neredeyse her aile, FETÖ mensuplarına hapishaneler yetmeyecek diye, evinin bir odasını hapishaneye çevirme teklifinde bulunacaktı. Neyse ki buna gerek kalmadı.  Af çıktı. Ama kısmi af öyle genel af değil.

Devlet ihtiyacı olan kadarını boşaltmak için iyi bir hesapla yaklaşık 38 bin kişiyi çıkarmaya karar verdi.

Ama devlet kendi cebinden değil vatandaşın cebinden cömertlik ve merhamet etti. Kendine karşı suçları değil vatandaşa karşı işlenen suçları affetti.

Durum böyle olunca merak ettim, acaba Türkiye’de toplam kaç cezaevi var ve bunların toplam kapasitesi kaç? Küçük bir taramayla Şubat 2016 tarihli bir habere ulaştım.

Haberde, Adalet Bakanlığı Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürü Yavuz Yıldırım, Türkiye'de 290 kapalı, 59 açık, 3 çocuk kapalı ceza infaz kurumu, 2 çocuk eğitim evi, 4 kadın açık ceza infaz kurumu ve 5 kadın kapalı ceza infaz kurumu bulunduğunu, , cezaevlerinin toplam kapasitesinin de 180 bin 176 olduğunu ifade etmişti.

Yıldırım, cezaevlerinde mevcut tutuklu ve hükümlü sayısının 13 Ocak 2016 itibarıyla 179 bin 611 olduğunu da sözlerine eklemişti.

Londra merkezli Kriminal Politikalar Araştırma Enstitüsü ICPR’ın hazırladığı Dünya Cezaevleri Raporu’na göre ise, Türkiye dünya genelinde cezaevlerinde en çok tutuklu ve hükümlü barındıran dokuzuncu ülke konumunda.

Avrupa sıralamasında ise tahmin edin kaçıncıyız?

Yok, henüz birinciliği alamadık ama çok da uzak değiliz.

2. Sıradayız. Rusya’dan sonra en kalabalık tutuklu ve hükümlü nüfusuna sahip ikinci ülkeyiz. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden Sosyolog Ayşegül Algan’ın 2014 yılında Adalet Bakanlığına bilgi edinme başvurusuyla aldığı cevaba göre Adalet Bakanlığı 2017 yılı sonuna kadar 199 yeni hapishane açıp 119 bin ek kapasite yaratacağını açıklamış.

Birleşmiş Milletlerin Uyuşturucu ve Suç Ofisine göre cezaevlerindeki kapasite sıkıntısı dünya genelinde neredeyse tüm cezaevi sistemlerinde görülen bir sorun.

Tabi bu beraberinde birçok insan hakkı ihlaline yol açıyor.

Peki sorunun çözümü daha çok cezaevi yapmak mıdır?

Değil tabi ki. Hapsetmenin tek ve en önemli cezalandırma yöntemi olmaktan çıkarılması ve alternatif ceza yöntemlerinin uygulanması gerekir.

Denetimli serbestlik dışında alternatif yöntemler geliştirilmeli tartışılmalı ve uygulanmaya başlanmalıdır.

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün açıkladığı verilere göre Türkiye’de 56 bin 772 kişi denetimli serbestlik kapsamında takip ediliyor.

 Elektronik kelepçeyle izlenen kişi sayısı ise 2 bin 492.

Ve daha da doğru olanı Devletin ve yasaların nezdinde suç ve suçlunun tanımı daha adilane yapılmalı ve alternatif ceza yöntemleri geliştirilmelidir. 

Ama maalesef öyle bir devlet aklı var ki kişi öldükten sonra kişilik hakları sona erse de ölüyü  ezalandırmaya devam ediyor.

Bakınız darbe girişimi soruşturmasında İstanbul’da gözaltına alınmasının 13. günü Emniyet’te rahatsızlanıp kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun, cenaze namazını bir mahalle sakini kıldırdı. Neden?

Çünkü Diyanet İşleri 'darbecilerin cenaze namazının cami imamlarınca kılınmayacağı' talimatı var.

Daha da ötesi Açıkkollu'nun cenazesi, ailesinin isteğine rağmen "Hainler mezarlığına gömülecek" gerekçesiyle kendilerine verilmedi, ilaçlama isteği de darbecinin cenazesi olduğu için geri çevrildi.

Açıkkollu'nun babasının ısrarlarıyla cenaze ilaçlandı ve kendi memleketinde gömülme isteği kabul edildi ancak bu kez de cenaze aracı verilmedi.

Baba Açıkkollu, oğlunun cenazesini Fiat Doblo marka ticari aracın arkasına, tabutun yarısı içeride yarısı ise dışarıda kalacak şekilde yerleştirerek memleketine götürebildi. Kişi öldükten sonra ölüyü cezalandırdığını sanan devlet aslında ölünün ailesini ve sevdiklerini de cezalandırıyor. 

Bu kafayla nereye varırız bilmem ama demokrasiye varamayacağımız kesin. Varmak istiyor muyuz o da meçhul..

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?