EBEDİYETE İNTİKAL EDEN YAZI!

13-08-2017

Bazen kavuşmalar ayrılıkla başlar!

10 Ağustos Perşembe günü telefonum çaldı. Numara yabancıydı. Karşıdan gelen seste…

Ben Hasan Yağcıoğlu dedi.

O an heyecanlandım. Çünkü 30 yıldır görmediğim ve tüm aramalarıma rağmen ulaşamadığım ilkokul öğretmenimin soyadını taşıyordu arayan kişi.

Evet dedim, ben Nurhan Yağcıoğlu’nun oğluyum dedi.

Bir yazınızda (23 Kasım 2014 tarihli) annemden bahsetmişsiniz, okuyunca çok mutlu olduk dedi.

Öğretmenime ulaşmanın sevinciyle, onu kaybetmenin korkusunu bir arada yaşadım!

Çünkü canım öğretmenim değil oğlu konuşuyordu benle.

Öğretmenim nasıl dedim, dün toprağa verdik dedi!

Bir anda yıkıldım. Kelimeler düğümlendi boğazımda.

Öğretmenim yazımı okudu mu diye sorabildim.

Annem vefat edince bir yakınımız bulup getirdi yazıyı.

Mezarı başında okuduk yazınızı, eminiz ki bizi duymuş ve çok sevinmiştir, dedi.

Nerede defnettiniz dedim. İzmir’de dedi. İzmir’de oturuyoruz…

Daha çok üzüldüm. Çünkü çok yaklaşmıştım. Çok az bir vakit ve çok az bir mesafe ile kaybetmiştim öğretmenimi.

Geçen hafta İzmir tarafındaydım. Hem orada olmasam ne yazardı ki basar giderdim canım öğretmenime.

Ama olmadı, kısmet olmadı!

Bana okumayı, konuşmayı, yazmayı ve hayatı öğreten canım öğretmenimin elini öpmeye zaman yetmedi.

5 yaşındayken beni almıştı kanatları arasına Nurhan öğretmenim. Normalde bu yaştaki çocuklar okula alınmazdı. Ama babam nüfusunu kullanıp kaydettirmişti.

Okul duvarıyla ev duvarı da bir olunca, çok sık kaçardım okuldan.

Öğretmenim kara tahta da yazı yazarken, ben dersin ortasında kalkıp evin yolunu tutardım, oda bana ses etmezdi.

Bir süre teyzem bana eşlik etti. Gelip benimle derse girdi, aynı sırada oturdu. Ben okula alışana kadar hep bana eşlik etti. Hala ona sınıf arkadaşım derim.

Niye anlatıyorum bunları. Biz çocuk değil, bebektik daha. Türkçeyi bile doğru düzgün bilmezdik. Evde ve sokakta Kürtçe konuşurduk. Televizyon da olmayınca, Türkçe ile resmi tanışmamız okulda gerçekleşti.

40’a kadar saydığımda Nurhan öğretmenimin bana aferin dediğini hala hatırlıyorum. Ama 40’a kadar saydığım için mi bunu Türkçe yaptığım için mi aferin dedi, hala bilmiyorum…

Ah öğretmenim ah siz dünyalar tatlısıydınız.

Yaptığınız işin büyüklüğünü sevgiden başka güç kaldıramazdı.

50-55 kişilik buz gibi sınıflar, abi ve ablalardan devralınmış yırtık ve eksik kitaplar, emanet kara önlükler, konuştuğunuz dili tam olarak anlayamayan bilgiye aç, size muhtaç çocuklar…

Karşıdaysa koca bir yürek.

Tüm sıkıntıları gideren, tüm eksikleri bertaraf eden, tüm kusurları örten kocaman bir yürek…

Biz yüreğinizi çok sevdik be öğretmenim.

Sizi üzmemek için çok çalıştık.

Dünyanın hengamesinden kafamızı kaldırdığımızda, sizi, o koca yüreğinizi çok özlediğimizi fark ettik.

O özlemle çok aradık ama bir türlü kısmet olmadı işte.

Ebediyete intikal ettiğiniz gün yazdığım yazı sizi, siz beni buldunuz ama ben sizi bulamadım öğretmenim.

Biz, sizin kadar görevimizi iyi yapamadık.

Eksik kaldık, aciz kaldık!

Sana borçluyuz be öğretmenim.

Nur içinde yat, kalbimiz ve dualarımız seninle…

Ellerinizi öpemesekte, o dünyalar güzeli başınızı koyduğunuz toprağa yüz sürmeye geleceğim Allah’ın izniyle.

En değerli varlıklarımız olan, anne baba ve öğretmenlerimize hak ettikleri değerin verildiği bir toplum dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?