“O” BİR SOFİ, BİR VELİYDİ

02-09-2019


Dört mevsimde tek başına kaldığı o kerpiç evde yaşamından kesitlerin çekimini alıp belgeselini yapacaktım.
Belgeselci dostum Barış ile bu projenin kurgusunu bile hazırladık ama devamı gelmedi. 
Benim gibi doğayı seven Fotoğraf Sanatçısı Ferhat ile bu bahar ayında belgesel çekimlerine başlayacaktık.
Yapacağımız çalışmanın hayalini kurmaktan öteye gidemedik. 
Son olarak 15 gün önce Cuma Namazı için geldiği Batman’da, Basın Kavşağı karşılaşmıştık.
Kaldırımdaki banka oturup sohbete dalmıştık bir süre. 
Bana her zaman olduğu gibi bu fani dünyanın nimetlerinden ve zenginliklerinden değil, fâniliklerinden, yalanlarından ve geçiciliğinden söz etti. 
Aramızdaki 40 yıllık yaş farkına rağmen iki samimi dost gibi etrafımızda vızır vızır geçen insan ve araçların farkında olmadan her zamanki gibi güzel bir sohbet ettik.
Bir yanda salâvatlar getirerek elinden hiç düşürmediği iki yüzlük tespihinin tanelerini sıralarken, bir yandan da vedalaşırmışçasına sözler söylüyordu.
Onu son gördüğümde öylesine gamsız, dertsiz ve rahattı ki sanırsın bu dünyanın en büyük hükümdarı ve en varlıklı olanı kendisiydi. 
Oysa onun ne geride bıraktığı eşi ve çocukları ne adına kayıtlı bir mülkiyeti ne serveti ne parası vardı, sadece ve sadece etrafındaki en yakın yerleşim alanları iki kilometreden uzak kerpiçten tek gözlü bir evi vardı.
Tek başına o evde yaşıyordu.
Kıre Dağı Eteğindeki evinin etrafında yaz-kış toprakla haşır neşir üretim yapıyordu.
Üzümü, domatesleri, biberi, nohutu buğdayı eksilmezdi hiçbir zaman.
İhtiyacı kadarını kendisi, bir kısmını da komşularım dediği, tilki, tavşan, yılan ve fareler yerdi.
“O” bu dünyadaki hiç kimseye benzemiyordu.
Hiç kimse gibi de olmak istemiyordu. 
Sade, gösterişsiz, doğal bir yaşamı vardı. 
Onu gören ve tanıyanlar onu anlamıyordu, anlamakta zorlanıyordu. 
O yüzden insanlardan hep uzak bir yaşantıyı tercih ediyordu. 
Kendisi ile bir sohbetimizde yılanlarla konuştuğundan söz etti. 
İnandım, çünkü Sofice ve Velice bir yaşamı vardı, belki insanlar onu anlamamıştı ama diğer dilsiz canlılar onu anlamıştır. 
İşe bu yüzden onu tanıdığımdan beri bu güzel yaşamını hep belgeselleştirmekti hayalim.
Ama bu yalan dünyanın çarkına gereğinden fazla kapıldığımdan, buna zaman ayırıp hayalimi gerçekleştiremedim. 
Bu yüzden şu sıralar pişmanlığın en zirvesini yaşıyorum.
Çünkü yapmak istediğim belgeselin kahramanı Sofi Milan yaşama veda etti. 
O’nun, yaşamı boyunca yatırım yaptığı cennette olduğuna inanıyorum şimdi.
Çünkü o gerçek bir sofi ve veliydi.
Ölümü de tıpkı yaşamı gibi kimseye yük olmadan gerçekleşti.
Tek başına yaşadığı kerpiç evin duvarının dibinde, elini başının altına koymuş vaziyette, bir daha uyanmayacak şekilde, derin bir uyku esnasında son nefesini verdi.
Ölümünden belki de günlerce sonra cansız bedeni görüldüğünde ise görenlerin anlattığına göre ölmüş biri gibi değil de uyumuş biri gibi görünüyordu.
Yüzü her zamanki gibi tebessümlü, nurluymuş.
Güle güle bu dünyada tanıdığım gerçek sofi, güle güle Allah’ın saf temiz ve günahsız velisi.  

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?