“UZAĞA GİTMEK İSTEYEN YÜZ”

17-08-2017

Yıllar önce 1995’te onu ilk kez henüz yeni bir dergi olan ve ikinci sayısını çıkaran Fotoğrafya dergisinde okuduğum güzel bir fotoğraf hikâyesinde tanıdım. “Uzağa Gitmek İsteyen Yüz” ile yüzleştim.

O yıllarda henüz yeni tanıştığım ve taze bir heyecan ve tutkuyla merakımı beslemeye çalıştığım fotoğraf sanatıyla ilgili bulabildiğim her şeyi okuyordum. Tabi bugün ki kadar imkânlar gelişmiş değil internet her şeyi henüz kıymetsiz kılmamıştı.

“Uzağa Gitmek İsteyen Yüz” başlıklı yazı fotoğraf sanatını tanımlıyor, sanatın amacını gayesini üslubunu edebini özetliyordu.

Ama öyle madde madde sıkıcı bunaltıcı bir manifesto gibi değil de içinizi acıtacak bir hikâye, sizi alıp beraberinde götüren bir yolculukla yapıyordu. İki sayfalık bir yazı bir fotoğraf anısı ancak bu kadar can yakıcı olabilirdi.

Hikâyede, uzağa gitmek isteyen bir yüz vardı ve o uzak sizden başkası değildi. İşin garibi gitmek isteyen yüz de sizindi.

Sonraları defalarca okudum tekrar tekrar, her gitmek istediğimde açıp okudum, her gelmeyende bir daha okudum. Sonraları fotoğraf kursları düzenleyip fotoğraf dersleri vermeye başladığımda neredeyse ders verdiğim her öğrencime de fotoğrafın dondurulmuş bir görüntü olmadığını yaşayan kalbi atan bir sanat olduğunu anlatmak için defalarca okuttum.

İşte o hikayenin yazarı Tuğrul Çakar’dı. Tanımak şansım olmadı sadece okuyup izleyebildiğim bir fotoğraf sanatçısı olarak kaldı ama belki tanıdığım birçok fotoğraf sanatçısından çok sevdim onu. Yaklaşık bir ay önce vefat ettiğini duyunca, gitti dedim.

Uzağa gitmek isteyen yüz nihayet ulaştı uzaklarına ve oraya gönderdiği masum yüzlerine. Üzüldüm, üzüldüm çünkü daha çok çekeceği vardı. Daha çok yazacağı, yaşayacağı…

O uzakların ve o uzaklara gitmek isteyen yüzün hikâyesini bir daha okudum, fotoğrafın dondurulmuş bir görüntüden fazlası olduğunu bir daha hatırladım.

Fotoğrafın susmaması gerektiğini bas bas özgürce hikayesini bağırması gerektiğini, adsız olması gerektiğini, kendi adını kendi koyabilmesi gerektiğini, izleyeni başka öykülere taşıyabilmesi gerektiğini hatırladım yine. 

Fotoğrafın, hüzünden övgü çıkarmak için yapılmaması gerektiğini, bazen sadece yaşamak için olduğunu hatırladım yine.

İlk ondan okumuştum, henüz yeni tanıyorken fotoğraf sanatını ilk tavsiyeleri ondan almıştım. Şimdi uzaklarında, umuyorum ki iyidir. Allah rahmet eylesin, güzel adamdı.

O beni bilmese de ben onu hep ilk hocam olarak bilip anacağım. O beni hiç duymasa da ben, hep o yüzden ve gitmek istediği uzaklardan bahsedeceğim.

“O negatifi neden basmadığımı, neden küçük parçalara ayırıp attığımı bilmiyorum. Birileri görüp "iyi bir portre" demesin diye mi? İyi bir portre değildi ki o! "Uzağa gitmek isteyen yüz" dü. Bir kart üzerinde bir anı olarak da kalmasın, gidebilsin diye mi attım? Bilmiyorum. Yoksa başka gözlerde tüm gerçekliğini yitirmesin diye mi? Dedim ya, bilmiyorum...”

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?