Biyoğrafi

FEQIYÊ TEYRAN

Asıl adı Muhammed (Mîr Mihê) olup Feqıyê (Fekiyê) Teyran (kuşların fakısı, medrese talebesi) diye anılır. Babasının adı Abdullah’tır.

FEQIYÊ TEYRAN
11-12-2023 12:37
15-12-2023 10:05
BATMAN
Google News

 Kendisiyle ilgili ilk yazılı bilgiler, Molla Mahmûd-ı Bâyezîdî’nin 1848-1866 yıllarında Erzurum’da Rus konsolosu olarak görev yapan Alexandre Jaba için derleyip kaleme aldığı notlarda yer almaktadır. Elî Herîrî ve Molla Cezerî’den sonra Feqıyê Teyran hakkında kısaca bilgi veren Bâyezîdî, Hakkâri vilâyetine bağlı Müküs (Miks) kasabasından olduğunu, 702 (1303) yılında doğduğunu, Hikâyetâ Şeyh-i San’ân, Kısseyâ Bersîs, Kavlê Hespê Reş gibi manzum eserler telif ettiğini, güçlü mülemma‘ ve rengîn şiirler yazdığını, şiirlerinde “Mim-He” mahlasını kullandığını ve yetmiş beş yıllık bir ömürden sonra 777’de (1375) ölüp Müküs’te defnedildiğini yazar (Recueil, s. 8; Kürtçe kısım, s. 14). Muhtemelen halk arasında dolaşan rivayetlere dayanan bu mâlûmatın, Fakī-yi Teyrân’ın şiirlerindeki bazı bilgiler ve Molla Cezerî ile ilişkisi göz önüne alındığında yanlış olduğu açıktır. Zira kendisi “Dilo Râbe” adlı şiirinde bu şiiri 1041’de (1631) yetmiş yaşında iken yazdığını açıkça belirtir (Dîwana Feqiyê Teyran, s. 174). Ayrıca Molla Cezerî ile karşılıklı söyledikleri şiirin, son kıtasında dile getirildiği üzere 1031’de (1622) yazılmış olması (altı mısralı elli bendden oluşan bu manzume için bk. Melayê Cıziri, s. 310-323; Arapça harfli kısmı, s. 221-226; Feqiyê Teyran, s. 123-147), yine Cezerî’nin ölümü dolayısıyla yazdığı dörtlüğün (Feqiyê Teyran, s. 86) ebced hesabıyla 1050 (1640) yılını vermesi bunu teyit etmektedir.

 1041’de “Dilo Râbe” şiirini yazdığında yetmiş yaşında olduğuna göre 971 (1564) yılında doğmuş olmalıdır. Ancak Saîd Dêreşî, doğum tarihiyle ilgili olarak bu bilgiyi de nakletmekle birlikte 957’de (1550) ve “Beyta Dilî” adlı şiirin bir yazmasındaki nottan hareketle Müküs kazasına bağlı Verezüz (Verezor/Veregöz; şimdiki Kartal) köyünde dünyaya geldiğini, bu arada yine bazı şiirlerinde düşürdüğü tarihlerden hareketle 950 (1543) veya 953’te (1546) doğmuş olacağına dair ihtimalleri de zikreder (Dîwana Feqiyê Teyran, neşredenin girişi, s. 19, 21-24, 107, 312, 479). Buna göre Jaba’nın verdiği tarihler gibi ondan naklen V. Minorsky, Celîlê Celîl, Minorsky’yi kaynak gösteren Mehmed Emin Zekî Bey, ondan naklen de Bâbâ Merdûh Rûhânî ve diğer birçoğunun (Sadînî, Feqiyê Teyran, s. 36-37) Fakī’nin doğum ve ölüm tarihiyle ilgili olarak 707-777 (1307-1375) yıllarını kaydetmeleri (bu tarihleri Jaba 702-777 olarak verir) ve Zekî Bey ve Bâbâ Merdûh’un onu Mâkûlu göstermesi de gerçekle bağdaşmaz.

 Fakī-yi Teyrân’ın, şiirlerinde kullandığı “mîr” sıfatının da îmâ ettiği gibi bir bey ailesinden geldiği söylenir. Kendi memleketinden başka Hizan, Fînîk, Cizre, Heşete gibi yerleri dolaşarak klasik medrese eğitimini tamamladığı, ancak tahsilinden sonra mesleğe devam edip molla (melâ) olmadığı, dolayısıyla “fakı” kaldığı yahut tevazu gereği bu lakabı kullandığı anlaşılmaktadır. Bir derviş gibi diyar diyar dolaşan Fakī’nin bölgede gezmedik yer bırakmadığı, uğradığı yerlerdeki meclis ve medreselerde şiirlerini okuduğu nakledilir. “Fakī-yi Gerok” (gezgin fakı) lakabı da bundan kaynaklanır. Celâdet Ali Bedirhan, onun Molla Cezerî’nin öğrencisi olduğuna dair bir rivayet zikretmekte (Hawar, IX/33 [1941], s. 812), sonraki bazı kaynaklar Bedirhan’a dayanarak bu rivayeti nakletmekte (MacKenzie, s. 128; Thomas Bois, EI2 [İng.], V, 482; Uzun, s. 20), Abdürrakīb Yûsuf da bunu uzak bir ihtimal olarak görmediğini belirtmektedir (Şaîrên Klasîk, s. 31). Fakat aynı yaşlarda olan bu iki zat arasında hocalık-talebelik ilişkisi bulunduğuna dair kesin bilgi yoktur. Fakī’nin onun talebesi olduğunu ileri süren görüş muhtemelen, karşılıklı söyledikleri şiirde Cezerî’nin “melâ”, onun da “fakī” diye anılmasına dayanır. Gerek bazı rivayetlere göre Fakī’nin daha büyük olması gerekse karşılıklı söyledikleri şiirin genel muhtevası ve son iki bendde her birinin kendisini diğerinin “senâhân”ı olarak anması, aralarında hoca-talebe ilişkisini aşan bir denklik ve dostluk bulunduğunu gösterir.

 

Fînîk, Cizre ve Heşete’de uzun bir süre kalan Fakī-yi Teyrân’ın, ardından Müküs’e döndüğü, bir süre ikamet ettiği Verezüz köyünde defnedildiği söylenir. Onun memleketine dönüşü 1031’den (1622) sonra olmalıdır. Zira Cizre’de bulunduğu sırada Molla Cezerî ile karşılıklı şiir söylemeleri son bendde geçen, “Di hezâr û yek û sihan” ifadesinden anlaşıldığı üzere bu yıl gerçekleşmiştir. Molla Cezerî’nin vefatıyla ilgili beyti de 1050’de (1640) yazdığına göre vefatı bu tarihte veya bundan sonradır. Bâyezîdî, Fakī-yi Teyrân’ın Müküs’te vefat ettiğini, Abdürrakīb Yûsuf da vefatına kadar son yıllarını burada geçirdiğini, Verezüz köyünde bulunan türbesinin ziyaret edilegeldiğini belirtir (a.g.e., s. 32). Saîd Dêreşi, “Beyta Dilî” adlı şiirin bir yazmasındaki Arapça nottan hareketle Nemira kazasına bağlı Şandis köyünde 1041’de (1631) öldüğünü yazar (Dîwana Feqiyê Teyran, neşredenin girişi, s. 19, 24; Adak, s. 213). Bugün Hizan’a bağlı Şandis (Dayılar) köyünde 2013 yılında keşfedilen ona ait kabirdeki Arapça mezar taşında da vefat tarihi 1041 olarak yazılmıştır (Sadinî, Nûbihar, XXII/127 [2014], s. 31-35). Verezüz köyünde ona nisbet edilen mezarın üzerine yakın zamanlarda etrafı açık, kubbeli küçük bir türbe yapılmıştır. MacKenzie, şiirlerinde geçen tarihlerden hareketle Fakī-yi Teyrân’ın yaklaşık 1000-1070 (1590-1660) yılları arasında yaşamış olacağını kaydederken (Yâdnâme-yi Îrânî-yi Minorskî, s. 129) onu izleyen T. Bois, Zeynelâbidîn Zinar, Emîr Hasanpûr, Mehmet Uzun gibi yazarlar bunları Fakī’nin doğum ve ölüm tarihleri olarak verirler (EI2 [İng.], V, 482; Kürt Edebiyatına Giriş, s. 19, 27; Kürdistanda Milliyetçilik, s. 146; Feqiyê Teyran, s. 38-39).

 Elî Herîrî, Molla Cezerî, Melâyê Batê ve Ahmed-i Hânî ile birlikte Fakī-yi Teyrân klasik Kürt tasavvuf edebiyatının öncüleri ve Kürt edebiyat geleneğinin kurucuları arasında yer alır. Ahmed-i Hânî bir şiirinde, “Geri getirirdim Melâyê Cezerî’nin ruhunu / Ve diriltirdim onunla Eliyê Herîrî’yi / Fekiyê Teyrân’a öyle bir sevinç verirdim ki / Sonsuza dek hayran kalırdı” sözleriyle ilk üç meşhur şairi anar (Mem û Zîn, s. 63). Fakī-yi Teyrân tasavvufî konu ve mazmunlara olan derin hâkimiyeti, sade dili ve üslûbuyla konuşma dilini tercih etmesi ve folklor unsurlarını ustaca kullanmasıyla dikkat çeker. Âlim ve bilge kişiliğini yansıttığı şiirlerinde ilâhî aşk, mârifet ve hikmet, vahdet-i vücûd, kadın güzelliği, tabiat tasviri gibi konuları ustalıkla işler. Gazel ve kasideleri yanında bazı tarihî hikâyeleri de manzum olarak kaleme almıştır. Şiirlerini aruzla yazmış, uzun destan ve aşk hikâyelerinde beyit yerine dörtlükleri tercih etmiştir. Eserlerini Kürtçe’nin Kurmançi lehçesiyle kaleme almış, bugün bile kolayca anlaşılabilecek sade üslûbu, ses ve kafiye uyumundaki başarısı şiirlerinin ezberlenmesi ve bestelenmesini kolaylaştırmış, geniş halk kesimleri arasında büyük rağbet görerek bugüne kadar gelmesini sağlamıştır. Fakī-yi Teyrân, klasik şiirin adı geçen üstatlarından farklı olarak tasavvuf kavram ve mazmunlarını halk diliyle ifade etmesi bakımından Kürt tasavvufî halk edebiyatının da ilk temsilcisi sayılır. Divanı üzerinde yapılacak incelemeler, onun dinî ve tasavvufî derin birikiminin ortaya konulması yanında Arap ve Türk tasavvuf edebiyatının tanınmış üstatları arasındaki mevkiini göstermesi bakımından önem taşımaktadır.

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ANKET TÜMÜ
BATMAN'IN SİZCE EN ÖNEMLİ SORUNU NEDİR?
ARŞİV ARAMA
E-GAZETE TÜMÜ
29 Nisan 2024 e-gazete