ÇO-CUK-LA-RI-MIZ...

16-10-2015

-09/02/2014 Doğumlu Biricik Ayşe Melisim’e

Çocuklar kimleri seveceklerini kimleri de sevmeyeceklerini çok iyi bilirler.

Çocuklar gökyüzünden, semadan arz küreye yağan yağmur gibi daha da fazlasıyla saftırlar. Makyajsız, net ve berraktırlar.

Siz bir çocuğu kendinden habersiz masum ve melekçe uyurken hatta uykusunda tebessüm eder halini tadına vara vara hiç seyrettiniz mi?

Allah’ım! Masum, yalın, katıksız ve doğal davranışlar içinde olduğu gibi, kendi gibi çocukça; karşılıksız, kayıtsız, şartsız seni sevmenin aciz bir kulun olarak seni çocukça sevmeyi ne çok isterdim.

Çocuklar elbet büyürler. Günün birinde o saflık, o masumiyet, o meleklerden de güzel doğal davranışlar, net ve berraklıkları geride bırakarak garip ve ilahi bir tecellidir ki yıllar ama yıllar sonra büyür,  kocaman olurlar. O büyüklerin en büyük dilekleri tekrar çocuk olabilme hayallerine kapılıp bunu dilerler. Ol(a)mayacak bir dilek.

Karanlıkta bir çocuk ağlıyordu, kollarında kucak kucak yıldız vardı, gökyüzünden koparmış. Yürüyordu nereye bilmeden, bilmek de istemeden:

-Anneee!! Diye haykırışı, feryadı sesinin rengi ve tonajı dram yüklü gözyaşı dolu.

Çocukça, anlaşılmazca hem söyleniyor hem de karanlığın koyuluğuna doğru minik minik adımlarla yürüyordu. Kolları yorulmuştu, kucağındaki yıldızlar yerlere dökülüyordu.

O yıldızlar ki koparılmadan önce erişilmez mesafede gökyüzündeydiler. Oysa şimdi kimi yerlerde kimi de çocuğun kucağındaydılar.

İşte böyledir anlatıl(a)mayan, anlaşıl(a)mayan kanunu hayatın ve hayatların karanlıkta karanlıklarla birlikte kayboldu, bilinmezlere doğru yol kat eden o minik, o masum çocuk…

O çocuk sensin, benim. Anlayacağınız biziz şimdi büyümüş çocukluğunu, anılarını, annesini yana döne arayan çok şey yitik bu gezegende, bu evrende zamanında kadri kıymeti bilinmeyen.

Çocuklarımız, yarınlarımız, ümidimiz ve hayallerimiz süper egomuzun, benliğimizin tavan yaptığı istekler ve emeller dolu yükleri koyuyoruz omuzlarına. Gençlerimizin, gençliğimizin nasıl kaldıracaklarını hiç düşünmeden hayat ödevleriyle kuşatıyoruz onları. Buna hakkımız var mı? Yok mu? Hiç düşünmeden.

Değerli okur, çocuklar denilen cenneti yaşıyorken kaybetmemek güzel değil mi?

O cenneti doya doya yaşamak “farkındalık” ilkesini göz önünde bulundurmak koşulu ile mutluluğun ta kendisi değil mi?

Bir kez ama yalnız bir kez olsa da kapayın gözlerinizi ve çocukluğunuza dönün “o iç yolculuk” denilen sefere bir çıkında sanırım bana hak vereceksiniz.

Sahip olamadığınız oyuncaklarımızın sizde bıraktığı derin izler ve sevgisine doyamadığınız oysa şimdi hayatta olmayan biricikleriniz eminim ki gözlerinizi ıslatacak.

Çocuk olmak, çocukça yaşamak hayatın ta kendisiymiş. Bal’ın özüymüş, biz bunu büyüyünce bir daha asla çocuk olamayınca anladık.

 

KADIN VE ÇOCUK

Kadın yalnız ve ağlamaklı

Kadının kucağında bebek

Bebek hasta ve üşüyor

Bebeğin babası daha dönmedi

Dönmeyecek de.

An gelecek gün gelecek

Bebek büyüyecek

Kaynağından kurutacak

 

Acıları, çığlıkları

Ah… O minik eller büyüyünce,

Neler yapacak neler? (M. Ekmen–04/08/1977-Beşiktaş, İst.)

 

Değerli okurlarımız anladım ki bazen sizlere köşe yazıyorum ama inanın ki kimi zaman da parapsikolojik bir oluşum köşe kendini bana yazdırır. Tıpkı bunun gibi…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?