'ÖLÜM ALAYI'

14-12-2018

Şems Qemer, Kürtçe öyküler kaleme alan bir yazar. 'Ölüm Alayı' öyküsü hem 'Hinar' dergisinde hem de '12 Çîrok 12 Çîroknûs' (12 Öykü 12 Öykücü) kitabında yayınlandı. Öykünün üç ayrı çevirisini ve orijinalini okudum.

Neredeyse her çeviri sanki olup biteni bize başka bir dilin kavrayışı içinde daha iyi, daha güzel anlatmak ister gibi. Evet, daima ‘gibi’ olacak ‘tam’ değil şüphesiz!

Neden böyle? Çeviri jargonlarını düşünecek olursak, çevirmen beğeni ve bilgisine göre yazar. Eser ile sanatçıya saygı ve sadakat bağlamında bile, tüm çabalara rağmen çeviri öznelliğini yitirmez.

'Xêliya Mirinê' (Ölüm Alayı) öyküsünde çevirmenlerin belli başlı değişik birkaç sözcüğü gözüme ilişti. Sözgelimi; Başlık: 'Ölüm Alayı', 'Zebaniler Meclisi', 'Ölümün Sessizliği'. Girişte annenin sözündeki bir sözcük: 'meme', 'bağır', 'sine'. Annenin oturduğu nesne: 'iskemle', 'sandalye', 'kürsü'.

Tuhaf, değil mi? Tüm sözcükler birbirine yakın anlamlı görünüyor; oysa kimi vakit bu tür benzer sözcüklerden dikkatsiz bir seçim okuyucuda nahoş çağrışımlar yaratacağı gibi cümlenin ahengini de bozar.

Çalışmamı sanat eleştirmeni-çevirmen Salar Terman'ın 'Ölüm Alayı' çevirisi üzerinden yaptım. Terman, diğer çevirmenler gibi sözcük sözcük, cümle cümle ilerlemediği gibi; yazım kurallarına uygun yazmış, metne ayrıca edebi bir çeşni katmış. Eğer öykü Kürtçe değil de Türkçe yazılsaydı ancak bu şekilde olabilir hissi uyandırdı bende.

Semih Gümüş'ün şu değerlendirmesi 'Ölüm Alayı' için de uygundur: ''Öykünün kısa, dolayısıyla yoğun, her sözcüğün tartılarak yazılması, çalışılması, niteliğin hep yüksekte tutulmasını sağlıyor, dün böyleydi, bugün de değişmedi.''

Yukarıdaki alıntı da Çehov'un dünya edebiyatına olumlu katkılarından biri olsa gerektir.

      Doğrusu 'Ölüm Alayı'ndaki dram aşina olduğumuz bir konu. Hatta bir ölçüde konuya sıkıcı da diyebiliriz: Törelerin havasız bıraktığı hayatlar… Genç kız ölüm cezası gerektiren bir suç işlemiştir. Aşiret meclisi toplanır. Torunu yaşındaki genç bir kadınla evli, altmışını devirmiş aşiret büyüğü cezayı onaylar. İnfaz erkek kardeş tarafından –ancak sezgilerimizlerle anlıyoruz bunu, belki de bir başkası olabilir-gerçekleştirilmiş sanısı uyandırıyor. Anne, ölüm haberiyle birlikte kâh kızı için kurduğu düğün hayalleri kâh yaklaşan cenazeye dair görüntülerin karmaşası içinde yaşamaktadır. Yaşadığı şokun ağırlığına dayanamayıp yere yığılır sonunda. Dolayısıyla üstünkörü bir okumayla bir ‘töre hukuku' deyip geçecekken, mesele bu kadar basit mi acaba, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Hiç şüphe yok ki. bazen anlayamadıklarımız zekâmıza yarar. Bu tıpkı soyut resimler karşısında takındığımız ruh haline benzer. Kavramak isteriz, nitekim başlangıçta zorlanırız; giderek zihnimizde bir imge canlanır ve bir fikir ediniriz. İşte, yazar Qemer, konu üzerinden bizi başka bakış açılarına sevk ediyor. Anlatım o denli örtük ki, ancak sözcüklerin çağrışımları ile yazarın değindiklerini çözümleriz. Dile getirdikleri kişiden kişiye farklılık yaratabilir. Zaten yazar bunu bilerek yapıyor, zira asıl düşüncesini temaya sindirmiş. Böylece birkaç okumadan sonra derinlikli temayı (kişiseldir elbette) buluyorum: İster aşiret, ister modern toplumda olsun, törel ve yasal uyumsuzluğu içindeki hayat, doğal olanı acı verici bir sonla cezalandırır.

Konunun dokunaklı işlenişi bir yana hikâye pek olgusal duruyor. Olay, yaygın bir gerçeklik olmamakla birlikte kapalı toplumların hafızasındaki yerini hala koruyor.

      Öykünün dili ve üslubu üstünde özellikle durup düşündüm. Yazar, sıradan denebilecek bir hikâyede farklı bir anlatım tarzı denemiş. Böylece öykü, kolay okumanın ötesinde dikkatli ve özenli bir okumayı gerektiriyor. Yoksa olay örgüsünü (kişi-daha çok anne-zaman ve mekan) birbirine karıştırırız. Çünkü annenin gerçek ile hayal algısı zayıf. Kızının öldürülmüş olması gerçeği, zihninde, hayallerle bezenmiş bir düğüne kolayca dönüşüveriyor. Annenin davranışlarında kızına karşı patolojik bir duyarlılık var. Gizemli havayı sezmek mümkün. Şems Qemer, böylesi tutarlı bir kuruluş için yazınsal anlamı titizlikle ayıklanmış ve hünerle seçilmiş sözcüklerle güçlendiriyor.

Anlatım dilinin yapısı düşüne taşına bir çalışmanın ürünü kesinlikle. Gene de şunları merak ediyorum: Yazar, öyküyü kaç kez yazıp değiştirdi? Neleri atıp ekledi? Eser önce ne kadar uzundu ve sonra nasıl bu kadar kısa oldu?

      Sanatçı, metnin yapı ve güzelliğini bir şairin şiir yazmasına benzeyen üslubuyla oluşturmuştur. Olayları ( meclisin toplanması, ölüm alayının yaklaşması) geçersek pekala bir şiir okuduğumuzu varsayabiliriz:

...Anılar sarnıcı ağzına kadar dopdolu ve taşmakta(...)

...Acı ve yakıcı gün ışığı(...)

...Ananın bir ümidi, Tanrı(...)

...Beton zemindeki çatlaklarda ürperen su(...)

...Bir bahçe önünde, kuş sesleri, su algısı(...)vs.

      Karakterlerin betimlenmesi fazlasıyla sade. Ana karakterler çoğunlukla çalakalem çizilmiş. Yalnızca yaşlarıyla belirtilmiş. Şöyle ki: Aşiret büyüğü altmış yaşında, genç kız on dördünde, aşiret büyüğünün eşi yirmi yaşında...

Bu nesnel ayrıntıları bir kenara bırakırsak, Qemer'in karakterlerini bir tiyatro yönetmeni gibi kontrol ettiğini söyleyebiliriz. Teatral atmosfer başrollerin canlı anlatımı ve figüranların bolluğuyla hayranlık uyandırıyor. Yazar-yönetmen, oyuncularına her sahnede neler yapması gerektiğini aktif olarak belletmiştir sanki. Bu, belki bir eksiklik olarak görülebilir. Her şeye de karışılmaz ki! Ama, amatör bir ekiple usta işi bir oyun sahnelemeyi kafasına koymuş yazar-yönetmen mimik ve jestlere varana dek oyunculara müdahale etmekten çekinmiyor. Yalnız, bu oyun diyalogsuz bir temsildir.(Anne bir kez konuşuyor, sonra hiçbir replik yok.)

      'Ölüm Alayı' öyküsünü tek perdelik bir oyun olarak herhalde şöyle uyarlardım:

1.Sahne

Tahta iskemlede oturmuş annenin etrafında bir grup insan var. Anne hayallere dalmış gibi hareketsiz duruyor. Bitkin annenin dudaklarında yumuşak bir tebessüm görülür ve ışık söner.

2.Sahne

Aşiret meclisi toplanmış her kafadan bir ses çıkıyor. Nihayet, aşiret lideri bir hakim rolünde elindeki kalemi kırar.

3.Sahne

Işık annenin gözlerini kamaştırmaktadır. Eli alnında endişe ve merakla ileriye bakıyor, bir şeyler seçmeye çalışıyor; çalışıyor ve görür gibi oluyor. Yaklaşan ayak sesleri ve duman(toz) eşliğinde beyaz bir şey görüyor. Sahne kararır.

4.Sahne

Taşrada rastlanabilecek ağaçlı ve çiçekli, küçük, şirin avluya (dekora bir tulumba da eklenebilir) oğul başı önünde anneye bakamadan girer. Anne kederli bir yüzle seyirciye dönük oturmaktadır. Gürültüye kulak kesilip aniden sarsılır. İçeriye giren grubun taşıdığı tabutu fark eder. Hayal kırıklığı içinde iskemleden düşer... Perde kapanır.

      Gerçekten 'Ölüm Alayı' için yazılacak her eleştiri yazısı öykünün kendisinden uzun olacaktır; o halde özetin özeti: Öykücü Şems Qemer’in, bu ilk öyküsü adı geçen kitapta yayınlandı. Qemer. bu arada 'Hinar' dergisinde üç öykü yazmıştır. Böylesi zengin bir dil ve güçlü bir anlatımla daha epey şey yazacaktır. Yakında baştan sona 'Ölüm Alayı' lezzetinde bir öykü kitabıyla karşımıza çıkarsa hiç şaşmayacağım...

Çetin ERGİN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?